28 Kasım 2015 Cumartesi

Berzah Âleminin Görünümü ve Beni Ümeyye’nin Meshi (Şekil/Tabiat Değiştirmesi)

Berzah Âleminin Görünümü ve Beni Ümeyye’nin Meshi (Şekil/Tabiat Değiştirmesi)
İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle der: “Bir gün babam Muhammed Bâkır (a.s), Kâbe’nin yanında birisiyle konuşurken, ansızın timsaha benzer bir canlının sıçrayarak ağzını açtığını görür. Babam o şahsa: “Bu hayvanın ne dediğini biliyor musun?” der. O şahıs da “Bilmiyorum” diye cevap verir.
Bunun üzerine İmam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle buyurur: “(Bu, berzah âleminden bir enstantanedir. Beni Ümeyye’den birisi, ölüp bu şekle dönüşmüştür) ve şöyle demektedir: “Eğer üçüncü halifeye bir şey dersen, ben de Hz. Ali’ye hakaret ederim.”
Daha sonra şöyle buyurdu: “Ümeyye oğullarının tümü, öldükleri vakit bu canlı yaratığa (timsaha) benzer bir şekilde mesh oldular (şekil değiştirdiler). Bunlardan biri olan Abdülmelik İbn Mervan (Emeviler’in beşinci halifesi) da bu şekilde oldu. Hatta evlatları onu bu şekilde gördüklerinde, ne yapacaklarını sapıttılar. O (Mervan) aniden kayıplara karışmıştı. Onlar ise bir ağacın kabuğuyla kefenleyip, halkın haberi olmasın diye zahiren onu defnettiler.[1]
 https://www.youtube.com/c/Sedatakinci19
[1]- Bihâr, c. 6, s. 235.

22 Kasım 2015 Pazar

Yalancının Berzah Âlemindeki Azabı?

Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Bir şahıs yanıma gelerek bana “Kalk!” dedi. Ben de kalktım ve onunla bir yere gittim. Oradaki iki kişiden birinin oturmuş, diğerinin de ayakta durduğunu gördüm. Ayakta duran şahsın elinde büyük bir demir maşa vardı. Oturan şahsın ağzından tutmuş iki tarafa çekiyordu. Öyle ki, ne tarafa çekse, oturan şahıs da o tarafa eğiliyordu. Beni çağırıp yerimden kalkmamı isteyen şahsa, “Bu sahne nedir?” diye sordum.
Şöyle cevap verdi: “Şu oturan şahıs, dünyada iken yalancılardandı. (Dünyadan tövbe etmeden göçtüğü için) şimdi bu âlemde (berzahta) kıyamet kopuncaya kadar, bu şekilde azap görecektir.”[1]
 https://www.youtube.com/c/Sedatakinci19
[1]- el-Mehaccetu’l-Beyzâ, c. 5, s. 241.

18 Kasım 2015 Çarşamba

Hadislerde BERZAHIN ÖZELLİKLERİ?

Hadislerde BERZAHIN ÖZELLİKLERİ

Burada berzah âlemi ve özelliklerine daha çok aşina olmak için, örnek olarak birkaç hadisi zikredip bunlar hakkında kısa açıklamalar yapacağız.
1- İmam Musa Kâzım (a.s) şöyle buyurur:
Bizi sevenler ve bize tabi olanlardan her kim Kur'ân’ı tamamen öğrenemeden ölürse, Allah Teâlâ’nın onun derecesini yüceltmesi için, kabirde ona Kur'ân’ı öğretirler. Çünkü cennetin dereceleri Kuran ayetleri miktarıncadır. Ona denir ki: “Oku ve yüksel.” O da okur (ve cennetin derecelerinde) yükselir.[1]
Berzah Âleminin Varlığının Felsefesi :
Bu rivayet ve benzerlerinden anlaşıldığı gibi, berzah âleminin varlık felsefelerinden birisi şudur: Orada, müminlerin bir kısım eksik kalmış eğitim ve öğretimi telafi edilmektedir. Orasının, salih amel işlenecek yer olmadığı doğrudur. Ama marifet ve bilginin daha çok olmasının ve tekâmülün artmasının ne sakıncası olabilir!
Berzah âleminde nefislerin olgunlaşması hakkında birçok rivayet nakledilmiştir. Örneğin: Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
Bilmelisiniz ki, mümin şiamızın çocuklarını Hz. Fatıma (s.a) terbiye eder. [2]
İmam’dan (a.s) gelen rivayetin bir yerinde Hz. Peygamber’in miracı hakkında şöyle geçer:
Resul-i Ekrem (s.a.a), miraç gecesi bir yerden geçerken bir ihtiyarın ağaç altında oturduğunu ve etrafında da bir grup çocuğun olduğunu görür. Cebrail’e: “Bu ihtiyar kimdir?” diye sorar.
Cebrail: “Bu ihtiyar, baban İbrahim Halil’dir.”
Peygamber: “Bu çocuklar kimindir?”
Cebrail: “Bunlar müminlerin çocuklarıdır ki Hz. İbrahim (a.s) onlara yemek veriyor.”[3]
2- İmam Cafer Sâdık (a.s) şöyle buyurur:
Her kim üç şeyi inkar ederse bizim şiamızdan değildir:
– Peygamberin miracı,
– Kabir suali,
– Şefaat.[4]
Kısa izah: Bu rivayette berzah âleminin özelliklerinden biri olan kabir suali, İslâm’ın kesin inançlarından biri sayılmış, miraç ve şefaat ile aynı sırada yer almıştır. Bu da şunu gösteriyor ki; berzah âleminin varlığına inanış, İslam’ın şart ve zaruretlerinden biri sayılır. Öyle ki bunu inkâr, öz on dört masum Şiiliğinin ve İslam’ın sınırından dışarı çıkmaya sebep olur.
3- İmam Cafer Sâdık (a.s), dostlarından birine söylediği sözünde şöyle der:
Ama kıyamette sizin hepiniz şefaati kabul edilen Peygamberin şefaatiyle veya vasisinin şefaatiyle cennette olacaksınız. Ama Allah’a yemin olsun ki sizin için berzah âlemi konusunda korkuyorum.[5]
Yine İmam Cafer Sâdık (a.s) şöyle buyurur:
Allah’a yemin olsun ki ben, sadece sizin berzahınızdan korkuyorum.
Yine şöyle buyurmuştur:
İşler bizim elimize verildiğinde, biz size şefaat etmeye daha layığız.[6]
Kısa izah: Bu rivayetlere göre, Allah’ın velilerinin berzah âlemindeki şefaatleri mahduttur. Orada şefaatlerinin olmaması yüzünden korku ve üzüntü vardır. Diğer taraftan birçok rivayetlere ve (Ehlibeyt’in duygulu şairi) Seyyid Himyerî’nin kıssası gibi kıssalara göre, ölüm anında müminlerden bazısı, Peygamber (s.a.a) ve Ehlibeyt’in (a.s) has ve kurtuluş bahşeden lütuflarına mahzar olacaklardır. Bu has lütfu, onların şefaati olarak kabul edebiliriz. Bu durumda şöyle bir soru ortaya çıkmaktadır: Rivayetlerdeki bu ikilem arasında nasıl bir uyum sağlayacağız?
Cevap: Berzah âleminde genel anlamda herkes için şefaat yoktur. O halde gurura kapılmadan, berzah âleminin şefaatine gönül bağlayıp ümitlenmemek gerekir. Ama sâdıkça uğraşılar ve ihlâslı çabalarla, bu dünyada kendi günahlarını telafi edebilecek olan özel kişilere şefaat olacaktır.
Buna göre, berzah âlemindeki şefaati olumsuzlayan rivayetlerden kasıt, kıyamet gününün şefaati olan genel şefaattir. Buna karşılık berzah âleminde, evliyaullaha has bir lütuf olan şefaati olumlayan rivayetlerden maksat ise, seçkin ve saygın fertlerle sınırlı olup onlara hastır.
4- Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurur:
Sizden birisi ölürse, kendisine, sabah-akşam gideceği yer gösterilir. Eğer cennet ehli ise, yeri cennetten, eğer cehennem ehliyse, cehennemden, ona şöyle denir: “Allah kıyamet gününde, seni diriltene kadar bu yer senin yerindir.”[7]
Kısa izah: Bu hadis, berzah cennetinin ve cehenneminin varlığını açıklamakta; insanlara, sabah-akşam kendi yol ve yöntemlerine uygun olarak varacakları yerin gösterileceğini aktarmaktadır. Onlar, berzah âleminde ya azaptadırlar yahut da ilahi nimetlerle meşguldürler.
5- Birisi İmam Hasan’a (a.s) “Ölüm nedir?” diye sorduğunda, buyurdu ki:
Ölüm, müminlere gelen en büyük sevinçtir. Çünkü onlar zahmetli evden ebedi nimetlere doğru hareket ediyorlar. Kâfirlere gelen ise en büyük azaptır. Çünkü kendi cennetlerinden çıkıp hiçbir zaman yok olmayacak ebedi ateşe gideceklerdir.[8]
6- İmam Cafer Sâdık şöyle buyurur:
Kabrin her gün bir sözü vardır; şöyle der: “Ben gurbet eviyim, vahşet eviyim, ben böceklerin eviyim, ben kabirim, ben ya cennet bağlarından bir bağ veya cehennem çukurlarından bir çukurum.”[9]
7- İmam Cafer Sâdık (a.s) yine şöyle buyurur:
İnsan dünyadan göçtüğü vakit, onu kabrinin içine koyarlar. Karşısında birisi belirip şöyle der: “Ey efendimiz! Biz üç şeydik:
– Senin rızkın ki, ecelinin kesilmesiyle kesildi.
– Senin ailen ki, seni buraya kadar bırakıp yüz çevirip gittiler.
– Ben senin amelinim. Her ne kadar senin yanında bu ikisinden daha değersiz olsam da her zaman seninleyim.[10]
8- Bir gün Allah’ın Elçisi (s.a.a), bir gün önce defnedilen bir şahsın kabri kenarından geçerken, onun yakınlarının kabrin kenarında toplanıp ağladıklarını gördü. Hz. Peygamber (s.a.a) onlara şöyle buyurdu:
Sizin hor gördüğünüz iki rekât hafif namaz kılmanız, bu kabir sahibi için dünyanın tümünden daha iyidir.[11]
Kısa izah: Ölüye ağlamak ne bir derde devadır, ne ölünün sevaba erişmesine ve ne de onun sevinmesine sebep olur. Gerçekten eğer birisinin kalbi ölü için acı çekiyorsa, onun hayrına iyi amel işleyip ölünün ruhuna hediye etmeli, onu sevindirmelidir. Örneğin: İki rekât namaz kılarak, sevabını ölüye hediye etmelidir. Çünkü yukarıda zikredilen rivayete göre, bunun sevabı tüm dünyadan daha hayırlıdır.
9- İmam Cafer Sâdık (a.s) buyurmuştur:
Mümin dünyadan göçtükten sonra ona şöyle denilir: “Dünya dertlerinden kurtuldun. Şu anda Allah’ın Resulü (s.a.a), Ali (a.s) ve Fatıma (s.a) senin önündedirler.[12]
10- Yine İmam Cafer Sâdık (a.s) buyurur:
Kabre baktığın vakit şöyle de: “Allah’ım, bu kabri cennet bağlarından bir bağ kıl, onu cehennemin çukurlarından bir çukur kılma."[13]
11- Hz. Ali (a.s) şöyle buyurur:
Eğer ölülerin gördüklerini sizler görseydiniz, vahşete düşüp korkardınız, hak sözü duyarken itaat ederdiniz. Ama onların gördükleri sizlere örtülüdür. Yakın zamanda perdeler kenara çekilir, siz de görürsünüz.[14]
Kısa izah: “Onların gördüklerini siz de görseydiniz” cümlesiyle, ölüm anında insanın gözünün önünden perdenin kalkması ve kişinin gerçekleri açıkça görmesi ifade edilmektedir.
Meşhur bilgin İbn Ebi’l-Hadid: “Ölüm anında, insanların İmam Ali'yi (a.s) görmeleri kastedilmiş olabilir.” der. Daha sonra da İmam’ın Haris Hemdani’ye okuduğu şiirleri nakleder. O şiirlerin ilk iki mısrası şöyledir:
Ey Haris Hemdani kim ölürse görür beni,
İster mümin, ister münafık olsun.
Onun gözü beni görür, ben ise onu tanırım.
Onu, bizzat, ismiyle ve yaptıklarıyla tanırım. [15]
Daha sonra İbn Ebi’l-Hadid şöyle der: “Hz. Ali’nin yukarıdaki (22. hutbede geçen sözü) kabir azabının gerçek olduğuna şahittir. Biz Mutezile topluluğu olarak bu inançtayız. Ama muhalifler, yani Eş’ariler onu inkâr ederler.”[16]
12- Birisi Resul-i Ekrem’e (s.a.a): “Azrail, müminin ruhunu nasıl alır?” diye sorar.
Hz. Peygamber (s.a.a) cevaben şöyle buyurur:
Azrail, müminin ruhunu almak için ona geldiğinde, itaatkâr kulun, sahibi karşısında durduğu gibi durur. Yanındakilerle birlikte müminin yanına gelirken ona selam verir ve cenneti müjdeler.[17]
13- Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurur:
Her kim Muhammed ve Ehlibeyt sevgisi üzere ölürse şehit ölür. Bilmelisiniz ki birisi, Muhammed ve Ehlibeyt sevgisi üzere ölürse, ölüm meleği (Azrail) onu cennetle müjdeler. Daha sonra Nekir ve Münker (kabir âleminde) ona cennet müjdesi verir.[18]
İmam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle buyurur:
Her mümin ve kâfirin amelleri, kabre konduklarında Hz. Peygamber, Hz. Ali ve diğer imamlara sunulur.[19]



[1]- Furû-i Kâfî, c. 2, s. 606 (Bâbu Fazli Hâmili’l-Kur'ân, Hadis: 10).
[2]- Bihâr, c. 6, s. 229.
[3]- Şeyh Sadûk, Emâlî, s. 269-271.
[4]- Bihâru'l-Envâr, c. 6, s. 223.
[5]- Furû-i Kâfî, c. 3, s. 242.
[6]- Nûru’s-Sekaleyn, c. 3, s. 553; Bihâr, c. 6, s. 214.
[7]- Mecmau’l-Beyân, c. 8, s. 526.
[8]- Bihâr, c. 6, s. 153.
[9]- Furû-i Kâfî, c. 3, s. 240.
[10]- Furû-i Kâfî, c. 3, s. 242.
[11]- Mecmûa-i Verrâm, c. 8, s. 13 (Mîzânu’l-Hikme’nin nakline uygun).
[12]- Bihâr, c. 6, s. 184.
[13]- Bihâr, c. 82, s. 53.
[14]- Nehcü’l-Belâğa, Hutbe: 20.
[15]- Bu hikaye daha önce zikredildi.
[16]- İbn Ebi’l-Hadîd, Şerhu Nehci’l-Belâğa, c. 1, s. 298-299.
[17]- Bihâru’l-Envâr, c. 6, s.167.
[18]- Tefsîru’l-Keşşâf, c. 4, s. 220.
[19]- Bihâr, c. 6, s. 183.

15 Kasım 2015 Pazar

Bir Arifin Vadiy-i Selâm’daki İrtibatı?

Arif, fakih ve seçkin biri olan Merhum Ayetullah Hacı Şeyh Muhammed Takî Âmulî, Merhum Ayetullahi’l-Hakk Hacı Mirza Ali Ağa Gazî’nin (el-Mizan tefsirinin sahibi Allame Tabatabâî’nin üstadı) ilk dönem talebelerinden biriydi. Merhum Ayetullah Âmulî şöyle nakleder: “Ben Necefü’l-Eşref’te defalarca Merhum Mirza Ali Ağa Gazî’nin, iki-üç saat Vadiy-i Selam mezarlığında oturduğunu gördüm. Kendi kendime derdim ki: “İnsan oraları ziyaret edip dönmeli, bir Fatiha okuyarak ölülerin ruhlarını sevindirmeli, sonra da daha zaruri işlerle meşgul olmalıdır.”
Bu tenkit her zaman benim kalbimdeydi ve hiç kimseye de bunu açmamıştım. Hatta en samimi dostlarım olan Gazî Tabatabâî’nin talebelerinden birisine de bunu söylemedim.
Bir müddet geçti. Her gün üstadımın huzurundan yararlanmak için hizmetine giderdim. Ta ki Necef-i Eşref’ten İran’a dönmek için karar aldım. Ama bu yolculuğun uygun olup olmadığı hakkında şüphem vardı. Bu niyet de benim zihnimdeydi ve hiç kimsenin bundan haberi yoktu. Bir gece yatmak istediğimde, odada, yerde birkaç ilmî ve dinî kitap vardı. Tabiatıyla yatarken ayaklarım o kitaplara doğru uzanırdı. Kendi kendime: “Kalkıp yerimi değiştirsem mi, yoksa gerekmez mi?” diye düşündüm. Çünkü kitaplar tamamen benim ayaklarımın karşısında değil, aksine biraz yukarısında bulunmaktaydı. Bu ise kitaplara saygısızlık değildi. Nihayet saygısızlık olmadığına kani olup o şekilde yattım.
O gecenin sabahı, üstadım Gazî’nin huzuruna giderek selam verdim. Selamıma karşılık vermeden önce şöyle buyurdu: “Senin İran’a gitmen doğru değildir. Ayaklarını kitaplara doğru uzatman da saygısızlıktır.”
Ben gayri ihtiyarî, hayretler içinde kaldım ve dedim ki: “Efendim, siz bunları nereden bildiniz, nereden bildiniz?”
Cevap olarak buyurdular: “Vadiy-i Selam’dan öğrendim.”

12 Kasım 2015 Perşembe

Hz. Ali’nin Ölülerle İrtibatı ve Yakınlığı?

 

Berzah âlemindeki ölülerin, dünya hayatıyla ve yaşayanların onlarla irtibatları hususunda çok söz vardır. Biz bu irtibatlara dair örnekleri, bu kitabın beşinci bölümünde, hikâyeler adı altında zikrettik. Aşağıdaki hikâyeye dikkat buyurun:
Hz. Ali'nin (a.s) has dostlarından biri olan Habbe-i Urenî şöyle der: “Ben Kufe şehrinde Hz. Ali’nin huzurundayken, onunla Kufe’nin arkasına (Necefü’l-Eşref’e) doğru yola koyulduk. Hazret Vadiy-i Selam’da durakladı. Gördüm ki bir toplulukla irtibat kurmuş gibi konuşuyor. Ben de ona uyarak ayakta durmuştum. (Bu durumdan) yorularak oturdum. Öyle ki usanmış ve bıkmış bir halde tekrar kalkıp ayakta durdum, ben usanıp bıktığım halde İmam Ali (a.s) öylece ayakta durmuş, (görünmeyen fertlerle konuşuyordu). Ben tekrar kalktım ve oturdum, başıma sardığım sarığı toplayıp hazrete arz ettim: “Ey Müminlerin Emiri! Kalbim, o kadar uzun ayakta durmana sızladı; biraz istirahat etmez misin?” Daha sonra cübbemi, oturması için yere serdim.
Hz. Ali (a.s) şöyle buyurdu: “Ey Habbe! Bu (uzun dikiliş), müminlerle konuşmak ve onlarla dostluk içindi.”
Arz ettim ki: “Ey Müminlerin Emiri! Ölüler de konuşup dostluk kuruyorlar mı?”
İmam buyurdu: “Evet! Eğer senin gözünün önünden perde kalksa, onları görürsün. Halka halka oturmuşlar, sarıklı veya başka bir şeyli, sırtlarını veya baldırlarını birbirine vermişler, oturup sohbet ediyorlar.”
Arz ettim: “Onlar ruh mu, yoksa cisim midirler?”
İmam buyurdu: “Onlar ruhtur. Hiçbir mümin yoktur ki dünyanın neresinde ölürse ölsün onun ruhuna: “Vadi-yi Selam’a ulaşması (yani orada olması için)” denilir.” Daha sonra şöyle buyurdu: “Gerçekten o (Vadiy-i Selam), Adn cennetinde bir yerdir.”[1]
 
[1]- Furû-i Kâfî, c. 3, s. 243.

10 Kasım 2015 Salı

Ölüye Bağışlanan Ameller?

Ölüye Bağışlanan Ameller
Şuna da dikkat edilmesi gerekir ki; hacc, sadaka, oruç vb. gibi iyi ve hayırlı işlerin, ölüye niyabeten (ölünün yerine) yerine getirilmesi, mükâfat ve sevabı gerektirir ve bu mükâfatlar ve faydalar berzah âleminde ölüye ulaşacaktır.
İmam Cafer Sâdık’ın (a.s) talebelerinden biri olan Muaviye İbn Veheb şöyle der:
İmam Cafer Sâdık’a: “Kişinin ölümünden sonra, ona ulaşan şey nedir?” diye sordum.
Cevap olarak buyurdu ki: “Ona niyabeten yapılan hacc, sadaka ve oruç ulaşır.”[1]
İmam Rıza (a.s) da şöyle buyurur:
Hiçbir mümin yoktur ki bir müminin kabrini ziyaret eder de Kadr Sûresi'ni yedi defa okursa, Allah o kabir sahibini bağışlamış olmasın.[2]
Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurur:
Dirilerin, ölülere hediyeleri, dua ve istiğfardır.[3]
Derler ki: Horasan’da bir kral dünyadan göçer, oğlu onu rüyada görür ve ona şöyle der: “Ey Kral!”
Baba ona: “Bana kral deme! Çünkü benim krallığım ve saltanatım elimden çıktı. Aksine bana “Ey esir!” de, ey merhametli oğlum! Her yemek yediğinde bana da ulaştır. Şöyle ki; o yemekten az bir şeyi, sevabı bana ulaşması niyetiyle köpeklere ve kedilere ver. Zira bu bağışlara çok ihtiyacım var.”[4]
(Reklamlara tıklayın lütfen)

[1]- el-Mehâsinu’l-Berkî, s. 72; Bihâr, c. 6, s. 296.
[2]- Mehaccetu’l-Beyzâ, c. 8, s. 290.
[3]- age, s. 291.
[4]- ed-Dîn Fî Kasas, c. 2, s. 63.

7 Kasım 2015 Cumartesi

Ölülerin, Kendi İyi Amellerinden Faydalanmaları?

Berzah âleminin tehlikeli duraklarında, insanın kurtuluşuna sebep olacak şey, dünyada yaptığı hayırlı ameller veya başkalarının onunla bağlantılı olarak yaptıkları işlerdir.
Bu esasa göre, İmam Cafer Sâdık (a.s) şöyle buyurmuştur:
Mümin bir insanın cenazesini kabre koyduklarındanamazı onun (şeklen) sağ tarafında, zekâtı ise sol tarafında durur. İhsanı ona gölge yapar. Sabır ve istikameti de onlardan uzak bir noktada durur. Orada sabır, namaz, zekât ve ihsana der ki: “Dostunuzu koruyun, eğer onun kurtulmasında aciz kalırsanız, ben hazırım.”[1]
Ebu Basir, İmam Muhammed Bâkır ve İmam Cafer Sâdık’tan naklederek şöyle der:
Müminin cenazesini kabre koydukları vakit, altı güzel suret onunla birlikte kabre girer. Biri sağ tarafında durur, diğeri sol tarafında, üçüncüsü onun suretinin karşısında, dördüncüsü arkasında, beşincisi ayağının kenarında, hepsinden daha güzel olan birisi de (altıncısı) başının üstünde durur… (ve bu düzen içerisinde sahibini korurlar.)
Hepsinden daha güzel olanı, diğer beş surete sorar: “Allah size hayrınızı versin, siz kimsiniz?”
Ölünün sağında bulunan: “Ben namazım.”
Solunda bulunan: “Ben zekâtım.”
Yüzüne karşı bulunan: “Ben orucum.”
Arkasında bulunan: “Ben hacc ve umreyim.”
Ayağının kenarında duran da: “Ben onun din kardeşlerine yaptığı iyiliklerim.” der.
Ardından bu beş suret, tümünden daha nurani olana: “Hepimizden daha güzel ve sevimli olan sen kimsin?” diye sorarlar.
O, cevap olarak şöyle der: “Ben Muhammed (s.a.a) ve Ehlibeyti’nin velayetiyim.”[2]
Yine İmam Cafer Sâdık (a.s)şöyle der:
Kabir âleminde namaz, zekât, hacc, oruç ve biz risalet ailesinin muhabbet ve velayetinden soracaklar. Velayet makamı, kabrin bir tarafında durup namaz, oruç, zekât ve hacca şöyle der: “Eğer sizde bir eksiklik olursa, ben o eksikliği tamamlarım.”[3]
Bu münasebetle, kabir âleminde insanın feryadına yetişerek, onun kurtulmasına ve güvende olmasına sebep olacak tek şey, onun hayırlı amelidir. Hz. Ali’nin de buyurduğu gibi:
“Her bir müslümanın üç dostu vardır:
1. Onlardan biri şöyle der: “Ben ölüm anına kadar seninleyim.” Bu, onun mal ve servetidir.
2. Biri de şöyle der: “Ben kabrin kenarına kadar seninle dostum.” Bu ise onu evlatlarıdır.
3. Fakat onlardan biri var ki, o da şöyle der: “Ben hayatta ve mematta, her zaman seninleyim.” Bu ise onun amelidir.”[4]
Burada şu hikâyenin nakledilmesi uygun düşmektedir:
Derler ki: Nasreddin Hoca bir gün bir kabristandan geçerken, kendi kendine şöyle der: “Kendimi ölü şekline sokup bir kabre gireyim de orada neler olup bittiğini göreyim.” Kazılmış bir kabre girer. Hoca, oraya inip uzanarak kendini ölü gibi yapar. Tesadüfen, oradan katırlara binmiş birkaç kişi geçerler. Hoca katırların ayak seslerini duyunca Nekir ve Münker adlı meleklerin kendisine doğru geldiğini zanneder. Korkarak kabirden dışarı fırlar. Onun çukurdan fırlaması, katırların ürkmesine ve dolayısıyla sırtlarındaki yüklerin dökülüp saçılmasına ve binicilerinin yere düşüp yaralanmalarına sebep olur. Hoca’yı yakalarlar ve mükellef bir dayak atarlar.
Hoca inleye inleye evine döner. Eşi ona: “Neden elbiselerin böyle yırtılıp parçalanmış, nedir bu perişanlık?” diye sorar.
Hoca, ölüler âleminden haberdar olmak için kabre girme macerasını eşine anlatır.
Hoca biraz rahatladıktan sonra, eşi tekrar sorar: “Şimdi kabirde neler olup bittiğini bana haber verir misin?”
Hoca şöyle der: “Eğer birilerinin katırını ürkütmezsen, hiç kimsenin seninle işi yoktur!”
Bu bahsi, Resul-i Ekrem’in (s.a.a) şu dikkat çekici hadisiyle tamamlayalım:
İnsanın ölümünden sonra yedi şeyin sevap ve mükâfatı ona yazılır:
1. Diktiği bir ağaç (halk onun meyvesinden yararlanmaktadır),
2. Kazdığı bir kuyu (halk onun suyundan yararlanmaktadır),
3. Suyun akması için hazırladığı bir ark,
4. Yaptırdığı bir cami,
5. Kendi eliyle yazdığı (bastırdığı) bir Kur'ân,
6. Geride bıraktığı ilim,
7. Kendisinden sonra onun için mağfiret ve af dileyen salih bir evlat.[5]
Şunu da söylemekte fayda var: Dünyadan göçen insanın, berzah âleminde kendi amellerinden yararlanmakta olduğu gibi, kötü amellerinin izleri de berzah âleminde ona ulaşıp incitecektir. Resul-i Ekrem (s.a.a), bir hutbesi esnasında şöyle buyurmuştur:
Her kim kötü bir sünnet (yol) ihdas eder ve ölümünden sonra o kötü sünnetle amel edilirse, onun günahı ve o sünnetle amel edenlerin günahı, amel edenlerin günahından hiçbir şey azalmaksızın onun (sünneti koyanın) boynunadır.[6]
 
[1]- Usûl-i Kâfî, c. 2, s. 90 (Bâbu’s-Sabr, Hadis: 8).
[2]- el-Mehâsinu’l-Berkî, s. 288; Bihâr, c. 6, s. 266.
[3]- Furû-i Kâfî, c. 3, s. 241; Leâli’l-Ahbâr, c. 5, s. 31; Bihâr, c. 6, s. 266.
[4]- Meânî’l-Ahbâr, s. 232.
[5]- Mecmûa-i Verrâm, c. 2, s. 110.
[6]- Mîzânu’l-Hikme, c. 4, s. 566; Buna benzer bir çok rivayet, Bihâr’da, c. 6, s. 293-294 bulunmaktadır.

6 Kasım 2015 Cuma

Zevke dalmış biri...?



                                    (Reklamlara tıkla lütfen)

5 Kasım 2015 Perşembe

Berzahî Ruhların Bu Dünyayla İrtibatı?

İnsanların ruhlarının, dünyadan göçtükten sonra bu dünyayla ara sıra irtibata geçtikleri, bilim ve din açısından ispat edilmiştir. Bilimsel ve deneysel yollarla ve hipnoz vasıtasıyla, geçmişte ölenlerin ruhlarıyla irtibata geçen bilim adamları vardır.
Örnek olarak, Londra Ruhsal Topluluğu Başkanı James Arthur Handlay, yazdığı “Ruhlarla Bilimsel Bağlantı[1] adlı kitapta, ruhlarla irtibata dair nakledilen üç hadiseden sonra şöyle yazar: “34 olayın bir parçası olan bu üç olayı ben, 1 ½ rakamı altında not almıştım.”[2]
Bu kitapta, ölülerin ruhlarıyla irtibat ve ölümden sonraki hayatla ilgili bilimsel konular ve yaşayan tanıklar ele alınmıştır. Bunlar, İslâmî inançların doğruluğu ve berzah âleminin varlığı hakkında günümüz bilim dünyasına göre yaşayan bilimsel bir tanıklıktır.
*   *   *
Genel bir bakışla tümünden şu netice çıkmaktadır: İnsanların ruhları, ölümden sonra bu âleme karşı tamamen yabancı kalmamakta, belki dünyanın durumundan az çok haberleri olmaktadır.
Burada, geçmiştekilerin ruhlarının bu dünya ile irtibatları hakkında birkaç rivayet ve olay aktaracağız:
1. İmam Cafer Sâdık (a.s) şöyle buyurur:
Şüphesiz ki (dünyadan göçen) mümin, ailesinin ziyaretine gelir. Hoşuna giden şeyleri görür, hoşlanmadığı şeyler ondan gizlenir. Kâfir ise, hoş olmayan şeyleri görür, hoşuna giden şeyler ondan gizlenir.[3]
2. Yine İmam Cafer Sâdık (a.s) şöyle buyurdu:
Dünyadan göçen hiçbir mümin ve kâfir yoktur ki, öğle vakti kendi ailesini görmeye gelmesin. Ailesinin hayır işlerle uğraştıklarını gördüklerinde, Allah’a bu nimetten dolayı hamdedip şükrederler. Kâfir ise, aile fertlerinin iyi işlerle meşgul olduğunu gördüğünde, bu durum onun için pişmanlık ve hasret sebebi olacaktır.[4]
3. İshak İbn Ammar şöyle der:
İmam Kâzım’a (a.s): “Ölü kendi ailesiyle görüşüyor mu?” diye sordum.
İmam Kâzım (a.s) buyurdu ki: “Evet.”
Sordum ki: “Zaman açısından ne kadar görüşüyor?
İmam şöyle buyurdu: “O müminin Allah katında ne kadar makamı varsa o kadar. Her Cuma, her ay, her yıl bir defa.”
Sordum ki: “Onlar aile fertlerini görmeye nasıl gelirler?”
İmam şöyle buyurdu: “Duvarların üstünde konan ve onları yukarıdan izleyen hoş bir kuş suretinde. Onları hayır ve iyilikte görürse sevinir, kötülük, darlık ve üzüntü içerisinde görürse kederlenir.[5]
4. Yine İshak İbn Ammar şöyle der:
İmam Kâzım’a sordum: “Dünyadan göçen mümin, kabrinin kenarına gelip ziyaretle meşgul olan şahsı tanır mı?”
İmam cevaben buyurdu ki: “Evet o şahıs kabrin kenarında olduğu müddetçe onunla yakınlık kurar. Ama kabrin kenarından kalkıp gittiğinde, (ölü) kendi kabrinde yalnızlık hisseder.”[6]
5. Abdullah İbn Süleyman şöyle der:
İmam Cafer Sâdık’a (a.s), Müslümanların kabirlerini ziyaret hakkında sordum.
Şöyle buyurdu: “Cuma günü kabirlerinin yanına giderek onları ziyaret et. Zira onlardan her kim sıkıntı ve darlıkta olursa, fecrin doğuşuyla güneşin doğuşu arasında, işlerinde genişleme ve rahatlama meydana gelir. Bu yüzden, her kim böyle bir günde onların ziyaretine giderse, bundan haberleri olur. Ama güneşin doğuşundan sonra serbest bırakılırlar.” (Kendi aileleriyle görüşmezler.)
Bunun üzerine şöyle sordum: “Ölüler, kabir ziyaretine gelenlerden haberdar olup seviniyorlar mı?”
İmam buyurdu: “Evet, ziyaretçiler kabir ziyaretinden ayrıldıklarında, yalnızlık hissediyorlar.”[7]
Bu rivayete göre; Cuma gününün sabahı (sabah ezanı ile güneşin doğuşuna kadar) kabir ehlini ziyaret için en iyi vakittir.
6. Emirü’l-Müminîn Ali (a.s) şöyle buyurur:
Kendi ölülerinizle görüşün, çünkü onlar sizlerin görüşmelerinizle sevinirler. Sizden her biriniz, anne ve babanızın kabri kenarında, hem onlar için, hem de kendiniz için duada bulunun. Kendi hacetinizi onların kabri kenarında Allah’tan isteyin.[8]
Konunun özü şudur: Berzah âlemindeki ruhların, bu dünya âlemiyle olan irtibatları o kadar güçlü ve sıkıdır ki, bu ruhlar, dünyada neticelendirdikleri amellerin hemen ardından onlardan yararlanmaktadırlar. Onlar hesabına hayır yapan kimselerin hayrı hemen onlara ulaşmaktadır. Ölülerin bu dünyadan yararlanmaları hakkında örnek olarak birkaç rivayetin zikredilmesi uygun olacaktır.
 
[1]- Bu kitap, Batı dünyasında üç yıl zarfında 29 baskı yapmış, sonunda Kâzımî Halhâlî Bey’in girişimiyle Farsça’ya tercüme edilmiştir.
[2]- age,s. 183.
[3]- Furû-i Kâfî, c. 3, s. 230.
[4]- age.
[5]- age. Kuşlar evinizin duvarlarına nasıl konar ve kolayca gidip gelirlerse, müminin ruhu da böyledir. Şu var ki onun ruhu bir kuşun görünümüne bürünür.
[6]- Furû-i Kâfî, c. 3, s. 228.
[7]- Bihâr, c. 6, s. 256.
[8]- Furû-i Kâfî, c. 3, s. 230.

Ölüm Anında Azrail'in Görünen Yüzü.

(reklamlara tıkla lütfen)

4 Kasım 2015 Çarşamba

Anlamsız Dönüş Temennisi ve Telafi Etme Arzusu.

Berzah âleminin diğer bir özelliği de şudur: Günahkârlar, berzah âlemine girdiklerinde ve perde arkasının sırlarından bir bölümüne muttali olduklarında, kendi amellerinin neticesini görürler. Günah yükünün kendilerine yaptığı baskıyla pişman olurlar, dünyaya dönüp telafi etmeyi arzu ederler. Bu dünyada olduğu gibi suçlular, cezaya çarptırılacakları an, pişmanlık izhar ederler ve amellerini telafi etmek için çark ederler. Hâlbuki bu, onların sadece dillerindedir; zira dönmüş bile olsalar, gittikleri yolu sürdüreceklerdir.
Bu konu, Müminun Sûresi 99-100. ayetlerde, onların yersiz temennilerine kesin bir cevap niteliğinde şöyle geçmektedir: “Hayır! bu sadece onun söylediği (boş) bir lâftır.” (Gönülden değil, dille söylenen boş bir sözdür. İlâhi takdir bu şekilde değildir.)
Buna benzer bir konu, Münafikun Sûresi 10. ayette de geçer.
Bu ayetler, Allah’ın bu dünyada verdiği mühletten istifade etmeleri için Müslümanlara bir ikazdır, çünkü ölüm gelip çattığında geri dönme ve erteleme olmayacaktır.
Bu yüzden bazı dindar ve zahid kimseler, kendi evlerinde kabir kazarak zaman zaman içine girip yatarlar ve kendi kendilerine şöyle derlerdi: “Farzet ki öldün ve kabre konuldun. Allah’tan, hayır amel işlemen için, seni dünyaya döndürmesini temenni ediyorsun.” Daha sonra dışarı çıkarak kendilerine şöyle derlerdi: “Şu an Allah sana lütfedip bu dünyaya geri gönderdi. Öyleyse, bu andan sonra Allah yolunda adımlarını dikkatli at ve kendini ıslah et ki, ölüm anında Allah’tan, dünyaya döndürülüp amellerini telafi etmen için temennide bulunmayasın. Eğer böyle temennide bulunursan çok kesin bir cevap duyarsın: “Hiçbir zaman dönüş yoktur.”
Allame Gazali İhyâu’l-Ulûm adlı kitabında şöyle nakleder: “(Hace Rebî’ olarak tanınan) Rebî’ İbn Huseym, evinde bir kabir kazmıştı. Her ne vakit kalbinde gaflet ve sertlik hissetse, kabre girip yatar ve saatlerce orada kalır ve sonra şöyle derdi: “Rabbim! Beni geri gönder! Umulur ki, terk ettiğim salih amelleri işlerim.” [1]
Bu ayeti defalarca hüzünlü bir şekilde okurdu. Ardından kendisine hitaben şöyle derdi: “Seni dünyaya geri gönderdik. Öyleyse hayırlı amel işle!”[2]
(Reklamlara tıkla lütfen)
 
[1]- Mü’minun: 99-100
[2]- Behcetul’l-Âmâl, c. 4, s. 143.

2 Kasım 2015 Pazartesi

Zalimlerin can çekişmesi ?



                                               (Reklamlara tıklayın lütfen)