Hadislerde BERZAHIN ÖZELLİKLERİ
Burada berzah âlemi ve özelliklerine daha çok aşina olmak için, örnek olarak birkaç hadisi zikredip bunlar hakkında kısa açıklamalar yapacağız.
1- İmam Musa Kâzım (a.s) şöyle buyurur:
Bizi sevenler ve bize tabi olanlardan her kim Kur'ân’ı tamamen öğrenemeden ölürse, Allah Teâlâ’nın onun derecesini yüceltmesi için, kabirde ona Kur'ân’ı öğretirler. Çünkü cennetin dereceleri Kuran ayetleri miktarıncadır. Ona denir ki: “Oku ve yüksel.” O da okur (ve cennetin derecelerinde) yükselir.[1]
Berzah Âleminin Varlığının Felsefesi :
Bu rivayet ve benzerlerinden anlaşıldığı gibi, berzah âleminin varlık felsefelerinden birisi şudur: Orada, müminlerin bir kısım eksik kalmış eğitim ve öğretimi telafi edilmektedir. Orasının, salih amel işlenecek yer olmadığı doğrudur. Ama marifet ve bilginin daha çok olmasının ve tekâmülün artmasının ne sakıncası olabilir!
Berzah âleminde nefislerin olgunlaşması hakkında birçok rivayet nakledilmiştir. Örneğin: Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurmuştur:
Bilmelisiniz ki, mümin şiamızın çocuklarını Hz. Fatıma (s.a) terbiye eder. [2]
İmam’dan (a.s) gelen rivayetin bir yerinde Hz. Peygamber’in miracı hakkında şöyle geçer:
Resul-i Ekrem (s.a.a), miraç gecesi bir yerden geçerken bir ihtiyarın ağaç altında oturduğunu ve etrafında da bir grup çocuğun olduğunu görür. Cebrail’e: “Bu ihtiyar kimdir?” diye sorar.
Cebrail: “Bu ihtiyar, baban İbrahim Halil’dir.”
Peygamber: “Bu çocuklar kimindir?”
Cebrail: “Bunlar müminlerin çocuklarıdır ki Hz. İbrahim (a.s) onlara yemek veriyor.”[3]
2- İmam Cafer Sâdık (a.s) şöyle buyurur:
Her kim üç şeyi inkar ederse bizim şiamızdan değildir:
– Peygamberin miracı,
– Kabir suali,
– Şefaat.[4]
Kısa izah: Bu rivayette berzah âleminin özelliklerinden biri olan kabir suali, İslâm’ın kesin inançlarından biri sayılmış, miraç ve şefaat ile aynı sırada yer almıştır. Bu da şunu gösteriyor ki; berzah âleminin varlığına inanış, İslam’ın şart ve zaruretlerinden biri sayılır. Öyle ki bunu inkâr, öz on dört masum Şiiliğinin ve İslam’ın sınırından dışarı çıkmaya sebep olur.
3- İmam Cafer Sâdık (a.s), dostlarından birine söylediği sözünde şöyle der:
Ama kıyamette sizin hepiniz şefaati kabul edilen Peygamberin şefaatiyle veya vasisinin şefaatiyle cennette olacaksınız. Ama Allah’a yemin olsun ki sizin için berzah âlemi konusunda korkuyorum.[5]
Yine İmam Cafer Sâdık (a.s) şöyle buyurur:
Allah’a yemin olsun ki ben, sadece sizin berzahınızdan korkuyorum.
Yine şöyle buyurmuştur:
İşler bizim elimize verildiğinde, biz size şefaat etmeye daha layığız.[6]
Kısa izah: Bu rivayetlere göre, Allah’ın velilerinin berzah âlemindeki şefaatleri mahduttur. Orada şefaatlerinin olmaması yüzünden korku ve üzüntü vardır. Diğer taraftan birçok rivayetlere ve (Ehlibeyt’in duygulu şairi) Seyyid Himyerî’nin kıssası gibi kıssalara göre, ölüm anında müminlerden bazısı, Peygamber (s.a.a) ve Ehlibeyt’in (a.s) has ve kurtuluş bahşeden lütuflarına mahzar olacaklardır. Bu has lütfu, onların şefaati olarak kabul edebiliriz. Bu durumda şöyle bir soru ortaya çıkmaktadır: Rivayetlerdeki bu ikilem arasında nasıl bir uyum sağlayacağız?
Cevap: Berzah âleminde genel anlamda herkes için şefaat yoktur. O halde gurura kapılmadan, berzah âleminin şefaatine gönül bağlayıp ümitlenmemek gerekir. Ama sâdıkça uğraşılar ve ihlâslı çabalarla, bu dünyada kendi günahlarını telafi edebilecek olan özel kişilere şefaat olacaktır.
Buna göre, berzah âlemindeki şefaati olumsuzlayan rivayetlerden kasıt, kıyamet gününün şefaati olan genel şefaattir. Buna karşılık berzah âleminde, evliyaullaha has bir lütuf olan şefaati olumlayan rivayetlerden maksat ise, seçkin ve saygın fertlerle sınırlı olup onlara hastır.
4- Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurur:
Sizden birisi ölürse, kendisine, sabah-akşam gideceği yer gösterilir. Eğer cennet ehli ise, yeri cennetten, eğer cehennem ehliyse, cehennemden, ona şöyle denir: “Allah kıyamet gününde, seni diriltene kadar bu yer senin yerindir.”[7]
Kısa izah: Bu hadis, berzah cennetinin ve cehenneminin varlığını açıklamakta; insanlara, sabah-akşam kendi yol ve yöntemlerine uygun olarak varacakları yerin gösterileceğini aktarmaktadır. Onlar, berzah âleminde ya azaptadırlar yahut da ilahi nimetlerle meşguldürler.
5- Birisi İmam Hasan’a (a.s) “Ölüm nedir?” diye sorduğunda, buyurdu ki:
Ölüm, müminlere gelen en büyük sevinçtir. Çünkü onlar zahmetli evden ebedi nimetlere doğru hareket ediyorlar. Kâfirlere gelen ise en büyük azaptır. Çünkü kendi cennetlerinden çıkıp hiçbir zaman yok olmayacak ebedi ateşe gideceklerdir.[8]
6- İmam Cafer Sâdık şöyle buyurur:
Kabrin her gün bir sözü vardır; şöyle der: “Ben gurbet eviyim, vahşet eviyim, ben böceklerin eviyim, ben kabirim, ben ya cennet bağlarından bir bağ veya cehennem çukurlarından bir çukurum.”[9]
7- İmam Cafer Sâdık (a.s) yine şöyle buyurur:
İnsan dünyadan göçtüğü vakit, onu kabrinin içine koyarlar. Karşısında birisi belirip şöyle der: “Ey efendimiz! Biz üç şeydik:
– Senin rızkın ki, ecelinin kesilmesiyle kesildi.
– Senin ailen ki, seni buraya kadar bırakıp yüz çevirip gittiler.
– Ben senin amelinim. Her ne kadar senin yanında bu ikisinden daha değersiz olsam da her zaman seninleyim.[10]
8- Bir gün Allah’ın Elçisi (s.a.a), bir gün önce defnedilen bir şahsın kabri kenarından geçerken, onun yakınlarının kabrin kenarında toplanıp ağladıklarını gördü. Hz. Peygamber (s.a.a) onlara şöyle buyurdu:
Sizin hor gördüğünüz iki rekât hafif namaz kılmanız, bu kabir sahibi için dünyanın tümünden daha iyidir.[11]
Kısa izah: Ölüye ağlamak ne bir derde devadır, ne ölünün sevaba erişmesine ve ne de onun sevinmesine sebep olur. Gerçekten eğer birisinin kalbi ölü için acı çekiyorsa, onun hayrına iyi amel işleyip ölünün ruhuna hediye etmeli, onu sevindirmelidir. Örneğin: İki rekât namaz kılarak, sevabını ölüye hediye etmelidir. Çünkü yukarıda zikredilen rivayete göre, bunun sevabı tüm dünyadan daha hayırlıdır.
9- İmam Cafer Sâdık (a.s) buyurmuştur:
Mümin dünyadan göçtükten sonra ona şöyle denilir: “Dünya dertlerinden kurtuldun. Şu anda Allah’ın Resulü (s.a.a), Ali (a.s) ve Fatıma (s.a) senin önündedirler.[12]
10- Yine İmam Cafer Sâdık (a.s) buyurur:
Kabre baktığın vakit şöyle de: “Allah’ım, bu kabri cennet bağlarından bir bağ kıl, onu cehennemin çukurlarından bir çukur kılma."[13]
11- Hz. Ali (a.s) şöyle buyurur:
Eğer ölülerin gördüklerini sizler görseydiniz, vahşete düşüp korkardınız, hak sözü duyarken itaat ederdiniz. Ama onların gördükleri sizlere örtülüdür. Yakın zamanda perdeler kenara çekilir, siz de görürsünüz.[14]
Kısa izah: “Onların gördüklerini siz de görseydiniz” cümlesiyle, ölüm anında insanın gözünün önünden perdenin kalkması ve kişinin gerçekleri açıkça görmesi ifade edilmektedir.
Meşhur bilgin İbn Ebi’l-Hadid: “Ölüm anında, insanların İmam Ali'yi (a.s) görmeleri kastedilmiş olabilir.” der. Daha sonra da İmam’ın Haris Hemdani’ye okuduğu şiirleri nakleder. O şiirlerin ilk iki mısrası şöyledir:
Ey Haris Hemdani kim ölürse görür beni,
İster mümin, ister münafık olsun.
Onun gözü beni görür, ben ise onu tanırım.
Onu, bizzat, ismiyle ve yaptıklarıyla tanırım. [15]
Daha sonra İbn Ebi’l-Hadid şöyle der: “Hz. Ali’nin yukarıdaki (22. hutbede geçen sözü) kabir azabının gerçek olduğuna şahittir. Biz Mutezile topluluğu olarak bu inançtayız. Ama muhalifler, yani Eş’ariler onu inkâr ederler.”[16]
12- Birisi Resul-i Ekrem’e (s.a.a): “Azrail, müminin ruhunu nasıl alır?” diye sorar.
Hz. Peygamber (s.a.a) cevaben şöyle buyurur:
Azrail, müminin ruhunu almak için ona geldiğinde, itaatkâr kulun, sahibi karşısında durduğu gibi durur. Yanındakilerle birlikte müminin yanına gelirken ona selam verir ve cenneti müjdeler.[17]
13- Hz. Peygamber (s.a.a) şöyle buyurur:
Her kim Muhammed ve Ehlibeyt sevgisi üzere ölürse şehit ölür. Bilmelisiniz ki birisi, Muhammed ve Ehlibeyt sevgisi üzere ölürse, ölüm meleği (Azrail) onu cennetle müjdeler. Daha sonra Nekir ve Münker (kabir âleminde) ona cennet müjdesi verir.[18]
İmam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle buyurur:
Her mümin ve kâfirin amelleri, kabre konduklarında Hz. Peygamber, Hz. Ali ve diğer imamlara sunulur.[19]
[1]- Furû-i Kâfî, c. 2, s. 606 (Bâbu Fazli Hâmili’l-Kur'ân, Hadis: 10).
[2]- Bihâr, c. 6, s. 229.
[3]- Şeyh Sadûk, Emâlî, s. 269-271.
[4]- Bihâru'l-Envâr, c. 6, s. 223.
[5]- Furû-i Kâfî, c. 3, s. 242.
[6]- Nûru’s-Sekaleyn, c. 3, s. 553; Bihâr, c. 6, s. 214.
[7]- Mecmau’l-Beyân, c. 8, s. 526.
[8]- Bihâr, c. 6, s. 153.
[9]- Furû-i Kâfî, c. 3, s. 240.
[10]- Furû-i Kâfî, c. 3, s. 242.
[11]- Mecmûa-i Verrâm, c. 8, s. 13 (Mîzânu’l-Hikme’nin nakline uygun).
[12]- Bihâr, c. 6, s. 184.
[13]- Bihâr, c. 82, s. 53.
[14]- Nehcü’l-Belâğa, Hutbe: 20.
[15]- Bu hikaye daha önce zikredildi.
[16]- İbn Ebi’l-Hadîd, Şerhu Nehci’l-Belâğa, c. 1, s. 298-299.
[17]- Bihâru’l-Envâr, c. 6, s.167.
[18]- Tefsîru’l-Keşşâf, c. 4, s. 220.
[19]- Bihâr, c. 6, s. 183.