25 Aralık 2015 Cuma

Ayetullah Hâirî’nin (r.a) Kerbela’ya Özel İlgisi ve Berzah Âleminde Maksadına Ulaşması.

Kum İlim Havzası’nın kurucusu Merhum Ayetullah Hacı Şeyh Abdülkerim Hâirî (r.a) yetmiş-seksen yaşlarındayken, hicri şemsi 1315 yılının Behmen’inde (hicri kameri 17 Zilkade 1355) vefat etmiştir.
Mübarek kabri, Kum’da, Hz. Masume (s.a) kabri yanındaki Balaser Camii’ndedir.
Tahsil ve tedrisat dönemi Necef-i Eşref, Samerra, Kerbela ve daha sonraları da Erak ve Kum kentlerinde geçmiştir. Bu büyük zat, hicri 1340 yılında Kum’a gelmiştir.(Mübarek ismi olan “Şeyh Abdülkerim el-Hâirî el-Yezdî”nin, ebced hesabıyla 1340 olması çok ilginçtir.)
Bu yıl Kum İlmiye Havzası’nı kurmuş ve Mübarek Kum Kenti’nde geniş bir havza-i ilmiye binası dikmiştir.
Onun, Kerbela’ya özel bir alakası vardı. Her zaman şöyle derdi: “Ben yine Kerbela’ya gitmek istiyorum. İstek de gençler için ayıp değildir.” derdi. (Bu sözü şaka şeklinde söylerdi.)
Şöyle buyururdu: “Maalesef Kerbela’ya gidemiyorum. Çünkü üzerimde halkın maddi ve manevi yükleri var.” Gerçi ömrünün sonuna kadar Kerbela’ya gidemedi, ama rüyada o büyük zatın ruhunun, vefatından sonra Kerbela’ya ve diğer ziyaret yerlerine gittiği görülmüştür. Burada iki rüyayı zikredeceğiz:
1) Hacı Ağa Şemsu’d-Duhâ Eraki’nin anlattığına göre; Ayetullahi’l-Uzma Hacı Şeyh Abdülkerim Hâirî’nin vefat ettiği gece, rüyasında (Merhum Hâirî’nin ev işlerini idare eden) Hacı Mirza Mehdi Burûcerdî’nin, Ayetullah Hâirî’nin Erak şehrine gelip oradan Kerbela’ya gideceğine dair kendisine telefon ettiğini görmüş. Şemsu’d-Duhâ rüyasında, Ayetullah Hâirî’nin, Erak şehri yakınlarında bulunan Kerehrud’daki evine gelerek, bahçe duvarının kenarından göğe doğru yükseldiğini ve yanında bulunanlarla birlikte Kerbela’ya gittiklerini görmüştür.
2) Ayetullah Hacı Seyyid Ali Levâsânî, ki o zamanlar Necef şehrinde idi, rüyasında Şeyh Abdülkerim Hâirî’nin vefat ettiği gece halkın, cenazeyi karşılamak için Büyük Çarşı’ya ve Necefü’l-Eşref kentinin giriş kapısına doğru hareket ettiklerini görür. Halkın neden dışarı çıktıklarını sorduğunda, “Şeyh Abdülkerim Hâirî’nin cenazesini getirdiklerini” söylerler.
O gecenin sabahı Levâsânî Bey, Hz. Ali’nin ziyaretgâhının bahçesine gelir. Orada talebelerden bir kısmının Kum kenti ve Şeyh Abdülkerim’in evi ve ailesi hakkında sohbet ettiklerini görür. Levâsânî onlara, “Neden Kum hakkında konuştuklarını” sorar. Onlar; “Şeyh Abdülkerim’in vefat ettiğinden haberin yok mu?” karşılığını verirler.[1]
Bu husus da, berzah âleminden bir enstantanenin hakikati hakkındadır ve o büyük müçtehidin, ölümünden sonra muradına (Kerbela’ya gitmek) ulaştığını anlatır.
 https://www.youtube.com/c/SedatAkinci19
[1]- Mecmûa-i Semînâr-i Ber-resî-i Mesâil-i Hovze (Havza-i İlmiyye’nin Sorunlarını Tetkik Semineri Tutanakları) s. 165 (Merhum Ayetullahi’l-Uzmâ Abdulkerim Hâirî’nin oğlu merhum Ayetullah Hacı Şeyh Murtaza Hâirî’den naklen).

18 Aralık 2015 Cuma

Cenazenin Üstündeki Köpek

“Meâd Şinâsî” (Ahireti Tanımak) kitabının yazarı Allame Seyyid Muhammed Hüseyin Hüseynî şöyle nakleder: “Doktor Hüseyin İhsan adında bir dostum vardı. Kışları altı ay Kerbela’ya gider, orada kalırdı. Orada muayenehanesi de vardı. Fakirlerden ücret almayan çok hayır sever biriydi. Yaklaşık on beş yıl önce dünyadan göçtü.
Bu adam, şöyle bir olayı anlatırdı: Ziyaret için Kâzimeyn’e müşerref olurken, Dicle Nehrinin kenarından bir cenazeyi arabayla getirdiklerini gördüm. Cenazeyi arabadan indirip İmam Musa Kâzım ve İmam Muhammed Takî’nin mutahhar haremine götürüyorlardı. Ben de hareme gidiyordum. Cenazenin peşine takıldım. Birden korkunç siyah bir köpeğin, cenaze üzerinde oturduğunu gördüm ve çok şaşırdım. Kendi kendime: “Cenazenin üstündeki bu köpek de neyin nesi?” dedim. Fakat bu köpeğin, ölünün berzahî bedeni olduğunu ve hariçten bir köpek olmadığını düşünmemiştim. Orada bulunan şahıslara: “Cenazenin üstündeki nedir?” diye sorduğumda, “Bir şey değil, gördüğün gibi bir parça.” dediler. O vakit, gördüğüm köpeğin, bu cenazenin sahibinin berzahî ve misalî sureti olduğunu, bunu da sadece benim gördüğümü, diğerlerinin görmediğini anladım ve bir şey söylemedim. Cenazeyi imamların bulunduğu avluya götürdüler. Avluya girdikleri vakit, köpeğin tabutun üstünden indiğini ve avlunun dışında bir köşede durduğunu gördüm. Tabutu kabrin çevresinde dolandırıp dışarıya çıkardıklarında, köpeğin tekrar cenazenin üstüne çıkıp oturduğunu gördüm.
Cenaze sahibinin günahkâr ve hak tanımaz birisi olması dolayısıyla berzahî şekli, köpek suretinde tecessüm etmişti. Merhum Doktor Hüseyin İhsan batınî bir sefaya ve pak bir zihne sahip olduğu için berzahî bir göze (basirete) nail olmuştu ve diğerlerinin göremeyeceği şeyi görüyordu.[1]
 https://www.youtube.com/c/Sedatakinci19
[1]- Meâd Şinâsî, c. 2, s. 218-219.

16 Aralık 2015 Çarşamba

Kabir Azabından Bir Örnek?

İmam Cafer Sâdık (a.s) buyurmuştur ki: “Ahbâr’dan (Yahudilerin alimlerinin iyilerinden olan) birisi dünyadan göçtü. Kabir âleminde (melekler) onu oturttular. Meleklerden bir kaçı ona: “Sana yüz kırbaç vurmak istiyoruz.” dedi. O da: “Gücüm yetmez.” diye cevap verdi.
Dediler ki: “O zaman 99 kırbaç vuracağız.” Yine onlara: “Gücüm yetmez.” diye cevap verdi.
Bu şekilde (adam iyi birisi olduğu için) birer birer azalttılar. Sonunda “Mutlaka bir kırbaç vurmalıyız.” dediler.
O adam da: “Niye , ne yapmışım ki?” dedi.
Şöyle dediler: “Çünkü sen bir gün namazı abdestsiz kılmışsın ve bir mazluma da yardım etmeden geçip gitmişsin. Bu ikisinden dolayı muhakkak bir kırbaç yemelisin.”
Adama öyle bir kırbaç vurdular ki, onun etkisiyle kabri ateşle doldu (kabrinden alevler çıktı).”[1]
 https://www.youtube.com/c/SedatAkinci19
[1]Şeyh Sadûk, Sevâbu’l-A’mâl, s. 111; Bihâr, c. 6, s. 221.

14 Aralık 2015 Pazartesi

ÖLÜM SARHOŞLUĞU?




                                      https://www.youtube.com/c/SedatAkinci19

13 Aralık 2015 Pazar

Kabir insanı nasıl daraltır?




                                   https://www.youtube.com/c/SedatAkinci19















1 Aralık 2015 Salı

Berzah Âleminde Allame Meclisi’nin Kurtuluşu.

Büyük Alim Seyyid Nimetullah Cezairî (r.a), hicri 1111 yılında vefat eden Allame Muhammed Bâkır Meclisî (r.a) zamanındaki mümtaz âlimlerden biriydi. O İsfahan’a gelip Allame Meclisî’nin huzurunda bir çok ilim dalında tahsil görmüştür.
Cezairî, Allame Meclisi’nin ev halkından biri sayılacak kadar ona yakınlaşmıştı. Allame Meclisi’nin birçok talebesi ve hizmetçisi olduğundan, halk ve devlet tarafından da saygı görüyordu. Hayatı ve yaşam tarzı ise biraz teşkilâtlı bir görünüm arz ediyordu. Hatta bazılarına göre bu durum, İslâmî zühd ve dindarlığa zıt idi.
Merhum Seyyid Nimetullah Cezâirî der ki: “Bir gün mütevazı bir tavırla Allame Meclisi’ye (r.a) şöyle bir hatırlatmada bulundum: “Ben sizin, dünyanın görünüşüne meyilli olduğunuzdan bahsetmek için çok küçüğüm. Fakat sizinle şöyle bir anlaşma yapalım: Hangimiz daha önce dünyadan göçerse, diğerinin rüyasına girsin ve sizin mi yoksa benim mi haklı olduğunu açıklasın.” Allame Meclisi bu öneriyi kabul etti. Bir müddet sonra Allame Meclisi dünyadan göçtü. Bütün halk onun cenaze ve yasıyla meşgul oldu. Ben bir hafta sonra kabrinin kenarına gidip Kur'ân ve dua okuduktan sonra, oracıkta uykuya daldım. Rüya âleminde gördüm ki; Allame Meclisi, üzerinde güzel elbiseler olduğu halde, heybetli bir çehreyle kabirden çıkıyor. Bu esnada Allame Meclisi’nin dünyadan göçtüğü aklıma geldi. Ellerinden tutarak dedim ki: “Efendim! Ahdettiğimiz üzere şimdi bana haber ver: Ben mi, yoksa siz mi haklısınız? Başınızdan neler geçti?”
Şöyle buyurdu: “Hastalandığım vakit, hastalığım yavaş yavaş bedenimin her yerine yayılıp şiddetleniyordu. Beni bu hastalıktan kurtarması için Allah’a razu niyaz etmeye başladım. Birden yüce bir şahıs yanıma geldi, ayaklarımın dibine oturdu ve durumumu sordu. Ona derdimin şiddetinden şikâyet ettim. Ellerini ayak parmaklarımın üzerine koydu ve: “Ağrıların durdu mu?” dedi. Dedim ki: “Elini koyduğun yerin ağrısı bertaraf oldu.” Şahıs, ellerini bedenimin her yerine sürdü ve ağrısı yok oldu. Nihayet elini göğsümün üzerine koyduğunda, ağrılarımın hepsi gitti.
Gördüm ki cesedim evin bir köşesinde, kendim de diğer bir köşesindeyim. Perişan bir halde cesedime bakıyorum. Yakınlarım, komşular ve halk ağlıyorlar. Ben de onlara: “Çığlık atmayın, ben dert ve hastalıklardan kurtuldum, neden ağlıyorsunuz?” diye sordum.
Ama onlar o şekilde ağlamaya devam ettiler, nasihatime kulak asmadılar. Daha sonra topluluk gelip cesedimi kaldırdı, yıkadı, kefenledi, namazımı kıldı ve kabrin kenarına koydu. Baktım bir kabir kazmışlar ve cesedimi içine koyacaklar; kendi kendime şöyle dedim: “Şimdi cesedimden ayrılıyorum ve onunla kabre girmeyeceğim.” Fakat cesedimi kabre koydukları vakit, cesedime karşı hissettiğim ilgi ve yakınlık sebebiyle kabre girdim. Halk da kabrin üstünü kapattı.
O esnada Hakk’ın münadisi seslenerek: “Ey Kulum Muhammed Bâkır, bugün için ne getirdin?” Ben iyi amellerimi saydım, kabul olunmadı (yani fevkalade ve kâmil manada amel olarak kabul olunmadı).
O sesi münadiden tekrar duyduğumda, ıstırap çekip daraldım. Bu vaziyette iken, aklıma birden şu olay geldi: Bir gün binekle İsfahan şehrinin büyük çarşısında gezerken, bir grubun bir müminin etrafında toplandıklarını ve ondan talepleri olduğunu, ısrarla istediklerini gördüm. Ona vurup küfrediyorlardı. Zavallı şöyle diyordu: “Şu an elimde bir şey yok. Bana biraz mühlet verin.” Hiç dinlemeden ona eziyet ediyorlardı. Ben de öne atılıp: “Bırakın onu, borçlarını ben ödeyeceğim” dedim, bıraktılar. Borcunu ödedim ve onu evime getirip ikramda bulundum.
Bu olay aklıma geldi ve: “Ey Allah’ım, böyle bir amelim var.” dedim (ve kabul ettiler). Emredildi, kabrimden cennete bir kapı açıldı ve sayısız ilahi nimetlere gark oldum. Şimdi de müminlerin dualarından ve ziyaretlerinden faydalanmaktayım. Ben onları görüyorum, ama onlar beni görmüyorlar.”
Bu durumda ey Seyyid (Nimetullah Cezâirî), eğer dünya hayatında mali durumum iyi olmasaydı, bir mümini onların elinden nasıl kurtarabilirdim. Sonucunu da burada bu şekilde alıyorum.”
Seyyid Nimetullah der ki: “Uykudan uyandıktan sonra anladım ki Allame Meclisi’nin bu dünyada yığdığı şeyler, halkın ve İslam’ın maslahatı içindir ve onun kurtuluşuna vesile olmuştur.”[1]
 https://www.youtube.com/c/Sedatakinci19
[1]- Muntehabu’t-Tevârîh, s. 752-753 (Ravzâtu’l-Cennât’tan naklen).