29 Nisan 2015 Çarşamba

Kabrin, Mümin ve Kâfirle Konuşması?

İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurur: Hiçbir kabir yoktur ki her gün üç defa "Ben toprak eviyimben bela ve kokuşmuşluk eviyim ve ben böceklerin olduğu evim." dememiş olsun. Mümin kul kabre girdiğinde, kabrin yeri ona: "Merhaba, hoş geldin, Allah'a yemin olsun ki benim üzerimde yürüdüğün zaman seni çok severdim. Şu an içimde olduğundan dolayı seni daha çok seviyorum. Çok yakın bir zamanda benim sana olan dostluk alâmetimi göreceksin." O anda kabir onun gözünün göreceği genişlikte genişler ve kabirden yüzüne bir kapı açılır. Böylece o, cennetteki yerini görmüş olur. Ve o kapıdan hiçbir gözün daha güzelini görmediği bir şahıs dışarı gelir. O (ölü), bu şahsa şöyle der: “Ey Allah’ın kulu! Ben senin gibi güzel birini görmemişim. Kimsin sen?”
Güzel yüzlü şahıs şöyle der: “Ben senin sahip olduğun doğru görüşünüm ve dünyada işlediğin hayırlı işlerinim.”
Daha sonra ruhu alınır, cennette en layık olduğu yere konulur. Daha sonra şöyle denir: “Gözün nurlu ve sevinçli bir şekilde yat ve rahat et.” Sonra cennetten bir esinti, devamlı onun cesedine eser de, (o esintinin) lezzetini ve güzel kokusunu kıyamet gününe kadar tadar.
Ama kâfirin cesedini kabre koyduklarında, kabrin yeri ona der ki: “Hoş gelmedin, iyi yere de gelmedin. Allah'a yemin olsun ki benim üzerimde yürüdüğün vakit sana düşmandım. Şu an içimde olduğundan dolayı sana karşı düşmanlığım daha da fazlalaştı. Yakında sana olan düşmanlığımın alametini göreceksin. Daha sonra kabir onu sıkarak cesedini ezer, kül haline getirir. Onu önceleri olduğu gibi toprak yapar. Yüzüne cehennemden bir kapı açılır ve o, cehennemdeki yerini görür. Daha sonra kötü yüzlü birisi o kapıdan girer. O (ölü), bu şahsa: “Ey Allah’ın kulu sen kimsin?” diye sorar. O da cevaben: “Ben senin dünyada yaptığın kötü amelin ve senin kötü görünüşünüm.” der.
Daha sonra ruhu alınıp cehenneme konulacak, cehennemden devamlı zehirli ve yakıcı bir ateş cesedine esecektir. Onun yakıcılığını ve derdini kıyamete kadar tadacaktır. Allah Teâlâ yeryüzü yılanlarından olmayan doksan dokuz yılanı ona musallat edecek, onlar da onu ısıracaklardır. Eğer yeryüzüne öyle bir yılan gelip üflemiş olsa, o yerde bir ot bile yeşermez.[1]
 
[1]- Furû-i Kâfî, c. 3, s. 241-242.

25 Nisan 2015 Cumartesi

Kâfirin, Cenazesini Taşıyanlarla Konuşması?

Resul-i Ekrem (s.a.a) şöyle buyurmuştur: “Allah’ın düşmanı (kâfir ve laubali günahkâr) öldüğünde, cenazesini kaldırıp kabre götürecekleri vakit cenazesini taşıyanlara hitaben şöyle der:
Ey Kardeşlerim! Benim sözlerimi duyuyor musunuz? Ben kendi hakkımda size şikâyette bulunuyorum.
Allah’ın düşmanı (şeytan) beni aldatarak azaba müstahak olmama sebep oldu. Daha sonra da yardımıma gelmedi. Bana “senin iyiliğini istiyorum.” diye yemin ederek beni kandırdı.
Yine dünyanın, beni kandırdığını ve ona güvendiğim zaman beni yere vurduğunu sizlere şikâyet ediyorum.
Yine dostlarımın beni ölüme teslim etmelerini ve benden bizar olup yapayalnız bırakmalarını size şikâyet ediyorum.
Yine evlatlarım, onları kendimden çok sevip devamlı himaye etmeme rağmen, malımı yiyip beni ölüme teslim ettiler. Onları size şikâyet ediyorum.
Yine malım hakkında size şikâyet ediyorum. Allah’ın hakkını çiğnedim. O hakların ağırlığı üzerimde kalarak diğerleri ondan faydalandılar.
Yine evim hakkında size şikâyet ediyorum. Onun yapılmasında varımı yoğumu harcadım. Ama diğerleri onu konut olarak seçtiler.
Yine her zaman seslenerek: “Ben karanlık, vahşet, korku, darlık ve böceklerin bulunduğu evim” diyen kabir evinin uzun olmasını size şikâyet ediyorum.
Ey kardeşlerim! Eğer gücünüz yetiyorsa beni bırakmayın (beni kabre koymayın). Başıma geleceklerden siz de kaçının. Bilin ki beni hüküm sahibi Allah’ın gazabı, ateşi ve zilletiyle müjdelediler. Yazıklar olsun! Çünkü Allah'a itaat yolunda aşırı gittim. Feryadımın uzun olmasından dolayı, hiç kimse yok ki benim için şefaati kabul edilsin. Bana acıyacak dost yok mu? Eğer ikinci defa dünyaya dönmeme müsaade edilseydi, iman yolunu seçerdim ve müminlerin safında olurdum.[1]
 
[1]- Bihâr, c. 6, s. 258; Furû-i Kâfî, c. 3, s. 234.

22 Nisan 2015 Çarşamba

Telkinin Kurtuluş Bahşeden Sonucu?

Ebubekir Hadramî şöyle der: “Akrabalarımdan biri hasta oldu ve ziyaretine gidip ona dedim ki: “Ey kardeş! Bende bir nasihatin vardır, onu benden kabul eder misin?”
Dedi ki: “Evet, kabul ederim.”
Dedim ki: “Söyle: Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilâh yoktur, tektir ve ortağı yoktur.” O buna şahitlik etti.
Ona dedim ki: “Bu kadarı yeterli değildir. Şehadetin, yakin üzere olmadıkça bunun sana yararı olmaz.”
O dedi ki: “Şehadetim yakin üzeredir.”
Dedim ki: “Söyle: Şehadet ederim ki Muhammed (s.a.a) Allah'ın Resulü’dür.” O şehadet getirdi.
Dedim: “Bu kadarı yeterli değildir, yakinle olmalıdır.”
Dedi: “Şehadetim yakin üzeredir.”
Dedim: “Söyle: Ali (a.s) Peygamber’in vasisi ve O’ndan sonraki halifesi ve itaati vacip olan imamdır.” O buna da şehadet getirdi.
Dedim: “Bu yakin üzere olmadığı müddetçe sana bir yararı olmaz.”
Dedi: “Yakin üzere şehadet ediyorum.” Ondan sonra Ehlibeyt İmamları'nın isimlerini tek tek saydım. O, tümüne şehadet etti ve şöyle dedi: “Şehadetim yakin üzeredir.” Bu şekilde bir müddet sonra dünyadan göçtü.
Eşi ve ev halkı onun ölümünden dolayı sabırsızlıkta bulunup çok üzülüyorlardı. Birkaç gün onlara gözükmedim ve daha sonra ziyaretlerine gittim. Hal hatırlarını sorduktan sonra hanımına: “Eşinden ayrıldığından dolayı durumun nasıldır?” diye sordum. O şöyle cevap verdi: “Allah'a yemin olsun ki onun ölümüyle büyük bir musibete uğradık! Ama geçen gece gördüğüm rüya biraz beni rahatlattı ve onun yokluğunu birazda olsa kolaylaştırdı.”
Dedim: “Rüya neydi?”
Dedi: “Onu rüya âleminde gördüğümde, hayatta ve salim olarak buldum. Ona şöyle dedim: “Falanca kişi, sen burada mısın, mevcut musun?” “Evet” dedi.
Dedim ki: “Meğer sen ölmemişsin!”
Dedi: “Elbette öldüm, ama Ebubekir Hadramî’nin bana telkin ettiği kelimeler beni kurtardı. Eğer o telkin olmasaydı helak olacaktım.[1]
 
[1]- Furû-i Kâfî, c. 3, s. 122.

Ölüm Anında Korku ve Ümidin Değeri?

Peygamber (s.a.a) zamanında Müslümanlardan biri hastalanıp ölüm yatağına düştü. Hz. Peygamber onun durumunu sorup soruşturdu, hasta olduğunu söylediler.
Onun yanına gittiğinde can çekişme halinde olduğunu gördü. Ona: “Durumun nasıldır?” diye sorduğunda hasta: “Hem Allah’ın rahmetine ümidim var, hem de günahlarımdan korkmaktayım!” Peygamber: “Bu iki hasletin (ümit ve korkunun) ölüm anında müminin gönlünde bir araya gelmesi, Allah’ın o mümini ümidine ulaştıracağının ve korktuğu şeyden de emniyette olacağına, koruyacağına işarettir.[1]
 
[1]Şeyh Müfid, Emalî, s. 89.

20 Nisan 2015 Pazartesi

Kurtuluş İçin Telkin Duası?

Peygamber'in (s.a.a) yaşadığı asırdı, Müslümanlardan biri ölüm yatağına düştü. Bu konuyu Allah Resulü’ne haber verdiler. Hazret hastanın baş ucuna geldi ve ayağa kalktı. Oradakilerde ayağa kalktılar. Ama hasta baygın şekilde yatmaktaydı.
Peygamber buyurdu: “Ey Ölüm meleği! Bu şahsı azad et ki ona soru sorayım!”
Aniden şahıs kendine geldi ve Peygamber (s.a.a) ona şöyle dedi: “Ne görüyorsun?” O şöyle dedi: “Çok beyaz ve siyah insanlar görüyorum.” Peygamber dedi ki: “Onlardan hangisi sana daha yakındır?”
Dedi ki: “Siyah şahıslar bana daha yakındır.”
Peygamber buyurdu: “De ki: Allah'ım, işlediğim çok günahlarımı bağışla! Sana yaptığım az ibadetimi de kabul eyle!” O şahıs bu duayı okudu ve bayıldı.
Peygamber ölüm meleğine şöyle buyurdu: “Bu şahsa bir saatlik kolaylık göster de ona soru sorayım.”
Bu esnada şahıs tekrar uyandı ve Peygamber (s.a.a) ona şöyle dedi: “(Şimdi) ne görüyorsun?”
“Hem siyah renklileri, hem de beyaz renklileri görüyorum.” diye cevapladı.
Peygamber buyurdu: “Onların hangisi sana daha yakındır?” O: “Beyaz renkli şahıslar daha yakındır?” dedi.
Peygamber orada bulunanlara dedi ki: “Allah Teâlâ sizin bu dostunuzu bağışladı.”
İmam Cafer Sadık (a.s) bu hikâyeyi anlatırken şöyle buyurdu: “Can çekişme halinde olan birinin başucuna gittiğinizde, yukarıda zikredilen duayı ona telkin etmeye çalışın.” [1]
Bu hadisten de anlaşıldığı gibi insanın kötü ameli siyah ve karanlık, iyi ameli ise nurani şekilde yansımaktadır. Ölüm anında insana kendisini o şekilde gösterir.
 
[1]- Furû-i Kâfî, c. 3, s. 124.

Ehlibeyt Takipçilerinin, Ömürlerinin Son Anlarındaki Sevinçleri?

Bir grup, İmam Cafer Sadık'ın (a.s) huzurundayken, Şia ve Risalet Ailesinin imamlarının takipçileri söz konusu edildi. İmam Cafer Sadık (a.s) şöyle buyurdu: “Bizim dostlarımız ömürlerinin son anlarında bir şeyler görürler ki, gözleri müşahede ettiklerinden parıldayacak ve sevineceklerdir.”
Orada hazır bulunanlardan biri sordu: “Neyi görüyorlar?” Bu soruyu İmam’ın cevaplaması için on defa ısrarla tekrarladı durdu.
İmam Cafer Sadık (a.s) ise cevapta: “Görürler” derdi.
Sonunda İmam soru sorana şöyle buyurdu: “Neyi göreceklerini mi ısrarla bilmek istiyorsun?”
O arz etti: “Evet, kesinlikle.” Daha sonra ağladı.
İmam Cafer Sadık (a.s) ona şefkatle bakarak buyurdu: “O iki kişiyi görürler.” O ısrarla sorar: “Hangi iki kişiyi?”
İmam şöyle buyurdu: “Peygamber (s.a.a) ve Ali'yi (a.s) görürler. Hiçbir mümin yoktur ki, ömrünün son anlarında bu iki büyük zatı görmemiş olsun. Bu iki büyük zat ona müjde verecekler.” Daha sonra şöyle buyurdu: “Allah Teâlâ bu konuya Kur'ân'da değinmiştir.”
Oradakiler İmam’a: “Kur'ân'ın neresinde ve hangi suresinde açıklanmıştır?” diye sorarlar. İmam: “Yunus Suresi 63 ve 64. ayetlerinde geçer.” diye buyurdu: “Onlar, o kimselerdir ki, Allah'a iman etmişler ve takvaya ulaşmışlardır. Dünya hayatında da, ahirette de müjde onlarındır.” [1]
(Onların dünya hayatındaki müjdeleri, Peygamber -s.a.a- ve Ali'nin -a.s-, ömürlerinin son anlarında başuçlarında hazır bulunmaları ve onları şad ve mesrur etmeleridir.)
Haris Ra’ver şöyle der: “Bir gün öğle vaktiydi. Hz. Ali’nin huzurundayken İmam sordu: “Buraya ne için geldin?” Dedim ki: “Sana olan alaka ve sevgim benim buraya gelmeme sebep oldu.”
İmam buyurdu ki: “Gerçekten eğer böyle bir alaka ve sevgiye sahipsen, beni üç yerde göreceksin:
1. Ruhun boğazına geldiği vakit,
2. Sırat köprüsünde,
3. Kevser havuzunun yanında.”[2]
 
[1]- Tefsiru Nûri’s-Sekaleyn, c. 2, s. 110.
[2]- Bihâru’l-Envâr, c. 6, s. 195.


19 Nisan 2015 Pazar

Liyakatli İnsanlar İçin Ölüm Misali?

Birisi İmam Cevad’a (a.s) sordu: “Neden Müslümanlardan bazıları ölümden korkup ondan hoşlanmıyorlar?”
İmam şöyle buyurdu: “Onlar, ölümü bilmediklerinden dolayı sevmiyorlar. Eğer onu tanıyıp bilselerdi ve Allah’ın dostlarından olsalardı, onu severler ve ahiretin dünyadan daha iyi olduğunu bilirlerdi.”
Daha sonra İmam Cevad (konunun daha iyi anlaşılması için şu misali getirerek) şöyle buyurdu: “Neden çocuklar ve deliler, kendi yararlarına olan ve ağrılarının sakinleşmesini sağlayan ilaçtan kaçınıp yemiyorlar?” O şöyle dedi: “Onların ilacın yararından haberleri olmadığından dolayıdır.”
İmam şöyle buyurdu: “Muhammed’i hak üzere seçen Allah'a yemin olsun ki, her kim kendisini tamamen ölüme hazırlarsa, ölümün yararı ona, ilacın hastaya olan yararından daha fazladır."
"Dikkatli olun! Eğer onlar (kendilerini hazırlayanlar) ölümün onlar için ilahi nimetlere bir köprü olduğunu bilselerdi, bilgili birisinin ilaçla dertlerini yok etmek ve sağlığını elde etmek için ilaca olan alakasından daha çok ölümü talep ederlerdi.”
Yine bir gün İmam Cevad (a.s) hasta dostlarından birisinin başucuna gittiğinde onun ağladığını ve ölümden rahatsız olduğunu gördü. İmam ona: “Ey Allah’ın kulu ölümü bilmediğinden dolayı ondan korkuyorsun. Eğer, her vakit bedenin her tarafı çürüse, cildin yaralarla ve hastalıkla dolu olsa ve eğer hamama gidip bedenini yıkadığında tüm yaraların ve kirlerinin bertaraf olacağını bilsen, acaba yıkanmak için hamama istekle mi gidersin, yoksa gitmekten kaçınır mısın? Veyahut o kirlerin ve yaraların bedeninde kalmasını mı istersin?”
O dedi ki: “Ey Allah'ın Resulü’nün evladı! Hamama gitmeği isterim.”
İmam Cevad (a.s) buyurdu ki: “Ölüm o hamamdır. Günahlardan ve itaatsizliklerin pisliğinden temizlenmenin son aşamasıdır. Öyleyse her ne vakit ölümle karşılaşır ve ondan geçersen, her türlü zahmet, meşakkat ve hüzünden kurtulup her türlü esenliğe ve sevince ulaşacaksın.”
O anda hasta huzur buldu. İmam’ın yaptığı nasihatler onu sevindirip ölüme teslim kıldı. Gözlerini kapattı ve bu dünyadan göçtü.[1]
 
[1]Şeyh Sadûk, Meânî’l-Ahbâr, s. 290.

18 Nisan 2015 Cumartesi

Hz. Ali’nin Düşmanının Ölüm Anındaki Azabı ve Üzüntüsü?

İbn Ebî Ya’fûr (İmam Cafer Sadık’ın öğrencilerinden biri) şöyle der: “Biz Hattab Cühennî ile arkadaş idik. O, Peygamber ve Ehlibeyti'ne karşı aşırı düşmanlık gösterirdi (Nasibî idi) ve Necde-i Harurî’nin (Harura beldesi Haricilerinin reisi) dostlarından sayılırdı.
Hattab hastalanarak ölüm yatağına düştü. Benim eski ahbabım olduğundan dolayı takiyeten onun ziyaretine gittim. Şuursuz olduğunu ve can çekiştiğini gördüm ve aniden şöyle dediğini duydum: “Benim seninle ne işim var ey Ali! (Niye seninle bu kadar düşmanlık ettim de şu an acı azabı çekmekteyim?)”
İbn Ebi Ya’fur şöyle der: “Sonraları İmam Cafer Sadık’ın huzuruna vardığımda Hattab’ın can verişini ve sözlerini İmam’a açıkladım. Hazret iki defa şöyle buyurdu: “Kâbe’nin Rabbine andolsun ki o, Ali’yi (a.s) gördü.”[1]
[1]- Furû-i Kâfî, c. 3, s. 133.


16 Nisan 2015 Perşembe

Ölüm Anında Azrail’in Mümine Şefkati?

İmam Cafer Sadık’ın (a.s) talebelerinden biri olan Ebu Basir, İmam’a dedi ki: “Fedan olayım! Acaba müminin ruhu bedeninden çıktığında ölümden rahatsızlık duyar mı?”
İmam Cafer Sadık (a.s): “Allah'a yemin olsun ki, hayır!”
Ebu Basir: “Onun ölüme istekli olması, nasıl olur? (Halbuki çoğu insan ölümü sevmez.)”
İmam Cafer Sadık (a.s): “Mümin ölüm yatağına yattığında (can vereceği an) Allah'ın Resulü (s.a.a), Emirü'l-Müminin Ali (a.s), Fatıma, Hasan, Hüseyin ve tüm imamlar onun baş ucunda hazır olurlar. Cebrail, Mikail, İsrafil ve Azrail de hazır bulunurlar.”
Hz. Ali, Peygamber’e (s.a.a) arz eder: “Ey Allah'ın Resulü! Bu mümin bizi sevip kendisine önder kabul etmişti; öyleyse onu sen de sev.”
Allah'ın Resulü, Cebrail’e şöyle der: “Bu mümin Muhammed ve Âl-i Muhammed’i severdi; öyleyse onu sen de sev.”
Cebrail de bu sözün aynısını Mikail ve İsrafil’e söyler. Daha sonra hepsi Azrail’e derler ki: “Bu mümin Muhammed ve Âl-i Muhammed’i severdi, Ali ve evlatlarını kendisine imam seçmişti, ona iyi davran.”
Azrail cevaben şöyle der: “Sizi seçene ve sizi kıymetli kılana ve Muhammed’i (s.a.a) peygamberlik makamına layık görene andolsun ki ben, ona en samimi babadan daha samimi ve şefkatli kardeşten de daha şefkatliyim. Daha sonra Azrail, mümine yönelerek ruhunu almak ister. Ona şöyle der: “Ey Allah’ın kulu! Özgürlük beratı ve kendi kurtuluş belgeni aldın mı?”
Mümin: “Evet” der.
Azrail: “Ne için bu berat ve belgeyi aldın?”
Mümin: “Muhammed ve Âl-i Muhammed’e olan sevgimden, Ali ve evladının velayetini kabullendiğimden dolayı.”
Azrail: “Allah seni korktuğun şeyden emin kıldı. Ümidinin olduğu şeye eriştirdi. İki gözünü aç ve huzurunda olanlara bak.” Mümin gözünü açıp da Peygamber’e ve Ehlibeyt İmamları'na tek tek baktığında, cennetin kapılarından bir kapı onun yüzüne açılmış olur ve ona şöyle denir: “Allah Teâlâ bu cenneti sana hazırladı. Bunlar (Peygamber ve Ehlibeyt'i) senin arkadaşın ve dostlarındırlar."
Bunlarla (Peygamber ve Ehlibeyt ile) beraber olmayı mı, yoksa dünyaya dönmeyi mi istiyorsun?”
Mümin cevaben şöyle der: “Dünyaya ve ona dönmeye ihtiyacım yoktur.”
Arşın batınından bir münadi seslenirken, hem o, hem de orada hazır bulunanlar o münadinin sesini duyarlar. O nida şudur: “Ey Muhammed ve onun vasisine ve ondan sonraki imamlardan mutmain olan, Rabbine dön. Ve sen onların velayetine razı haldesin, O da sevabıyla senden razıdır. Gir kullarım (Muhammed ve ailesinin) arasına ve gir cennetime ki orada hiçbir zorluk ve bela yoktur.”[1]
Bu konuya benzer bir rivayet, İmam Cafer Sadık'tan (a.s) da nakledilmiştir. O rivayetin sonunda şöyle geçer: “O anda mümin için en sevimli şey, ruhunun bedeninden bir an çıkıp bu nidaya ulaşmasını istemesidir.”[2]
 
[1]- Bihâru’l-Envâr, c. 6, s. 162-163.
[2]- Furû-i Kâfî, c. 3, s. 127.

15 Nisan 2015 Çarşamba

İmam Hüseyin'in (a.s), Ayetullah Hâirî’nin Ömrünün Uzamasındaki Rolü?

Merhum Ayetullahi’l-Uzma Hac Şeyh Abdülkerim Hâirî, Kum ilim havzasının kurucusudur. Şia âleminin büyük âlim ve taklit mercilerinden biriydi. O, 1355 hicri-şemsi yılında Kum kentinde ahirete irtihal etti. Mübarek kabri, Hz. Masume’nin kenarında bulunan Bâlâser Camii’ndedir.
Güvenilir ve sağlam fertlerden biri olan Merhum Ayetullah Ferid Muhsinî, şöyle ilginç bir olay anlatır: “1340 hicri-kameri yılından önce Ayetullah Hâirî, Erak şehrinin İlmiye Havzasının müdürü olduğu vakit, Merhum Ayetullah Hac Ağa Mustafa Erakî’ye nakletmiştir: “Kerbelâ şehrinde tedris ve araştırmayla meşgul olduğum yıllarda, salı gününün gecesi bir rüya gördüm ki, birisi bana: “Ey Şeyh Abdülkerim! İşlerini bitir, üç gün sonra öleceksin” dedi.
Ben uykudan uyandığımda şaşırmıştım. Kendi kendime dedim ki: “Rüyadır, tabiri olmaması mümkündür.”
Salı ve çarşamba günleri tedris ve araştırmayla meşguldüm. Rüyada gördüğüm de aklımdan çıkmıştı. Perşembe günü tatil idi. Bazı arkadaşlarla Merhum Cevad’ın bağına gittik. Orada bir müddet gezip ilmî tartışmalar yaptıktan sonra öğle oldu ve orada öğle yemeğini yedik. Bir saat istirahattan sonra beni şiddetli bir titreme tuttu. Arkadaşlar aba ve örtüleri ile benim üzerimi örttüler. Ama bedenim titrediği halde ateşten yanmaktaydım. Durumumun çok kötü olduğunu hissettim ve arkadaşlara şöyle dedim: “Beni çabuk evime götürün.” Onlar da beni bir vesile ile Kerbelâ şehrindeki evime götürdüler. Evde halsiz bir şekilde yatağa düşmüştüm. Durumum çok değişmişti ve bu arada üç gün önce gördüğüm rüya aklıma geldi. Ölüm alametlerini müşahede ettim. Gördüğüm rüyayla ömrümün sonunun geldiğini anladım.
Bu halde, aniden biri sağ, diğeri ise sol tarafımda iki kişinin zahir olduklarını gördüm. Birbirlerine bakarak şöyle diyorlardı: “Bu şahsın eceli gelmiştir. Bunun ruhunu almaya başlayalım.” O an halis ve saf kalple İmam Hüseyin’e (a.s) yöneldim ve ona tevessül ederek arz ettim: “Ey aziz Hüseyin! Elim boş, bir şey yapmamışım ve bir azık toplamamışım. Kendimi ahiret yolculuğuna hazırlamam maksadıyla Allah’ın ölümümü tehir etmesi için, annen Hz. Zehra (s.a) hatırına bana şefaat et.” O an birisinin, ruhumu almak için gelen o iki şahsın yanına geldiğini gördüm. Onlara dedi ki: “Hz. Seyyidü’ş-Şüheda şöyle buyurdu: “Şeyh Abdülkerim bize tevessülde bulundu. Biz de Allah'ın indinde ona şefaat ettik ki, ömrünü tehir etsinler. Allah bizim şefaatimizi kabul etti. Onun ruhunu almayın.”
O iki şahıs birbirlerine baktılar ve gelen şahısa şöyle dediler: “İşittik ve itaat ettik.” İki şahıs, İmam Hüseyin’in gönderdiği şahısla göğe uçarak gözden kayboldular. Bu anda rahat ve afiyete kavuştuğumu hissettim ve aile fertlerimin ağlayış ve sızlayış seslerini duydum. Başlarına ve yüzlerine vuruyorlardı. Yavaşça elimi hareket ettirdim ve gözlerimi açmak istediğimde gözlerimin bağlı olduğunu gördüm. Yüzümü de bir parçayla kapatmışlardı. Ayaklarımı hareket ettirmek istediğimde, ayaklarımın da bağlı olduğunu gördüm. Elimi bir şeyi almak için kaldırdığımda: “Yavaş olun, ağlamayın bedeni hareket ediyor.” dediklerini işittim.
Üzerimden parçayı kaldırıp gözlerimi açtılar ve ayak iplerini çözdüler. Biraz su verin anlamında elimle ağzıma işaret ettim. Suyu ağzıma döktüler. Yavaş yavaş yerimden kalkıp oturdum. Bu şekilde on beş gün rahatsızlığım ve halsizliğim devam etti. Daha sonra Allah'a hamd olsun ki tamamen iyileştim. Bu ilahi lütuf, Allah'a andolsun ki Mevlam İmam Hüseyin’in (a.s) bereketindendir.”[1]
 
[1]- Gencine-i Dânişmendân, c. 1, s. 304.

14 Nisan 2015 Salı

Hz. Peygamber’in (s.a.a) Hadisiyle Alay Eden Kimsenin Cezası?

Bir gün İmam Seccad (a.s), bir grup Medineli Müslümana Rasulullah’ın bir hadisini şöyle nakletti:
İnsan öldüğünde, onun cenazesini tabuta koyup taşırlar. O (ölü), onu taşıyanlara şöyle der: “Siz benim sözümü işitmiyor musunuz? Ben sizin düşmanınızı (şeytanı) size şikâyet etmekteyim. O beni kandırarak bu hale getirdi ve beni kurtarmak için hiç bir uğraşı vermedi. Size kardeşlerim ve bacılarım hakkında şikâyet ediyorum. Çünkü beni kendi halimle yalnız bıraktılar. Size evim hakkında şikâyet ediyorum. Malımı bina yapmak için harcadım, ama benden başkası ona yerleşti. Beni düşünün ve benim hakkımda acele etmeyin.
Damure (Damra) İbn Ma’bed adındaki gafil bir Müslüman, bu hadisi maskaraya aldı ve alay ederek dedi ki: “Eğer ölü tabut içinde bir söz söyleyebiliyorsa, kendisini taşıyanların boyunlarına hoplamalıdır!”
İmam Seccad (a.s) onun alay etmesini duyduğunda, şöyle buyurdu: “Halka nasıl davranacağımı bilmiyorum! Peygamber’den (s.a.a) duyduğumuzu onlara anlattığımızda alay edip gülüyorlar. Susup konuşmamak da bizim için doğru değildir.”
Daha sonra (İmam), Damra İbn Ma’bed hakkında şöyle bir bedduada bulundu: “Allah’ım, eğer Damra Senin Resulü’nün hadisini alaya alıyorsa onu kötü azabınla al.”
Bu olaydan kırk gün sonra Damra dünyadan göçtü. Onun kölesi şöyle nakleder: “Onun cenazesini toprağa gömdüğümüzde, İmam Seccad (a.s) bana rastladı ve “Nereden geliyorsun?” dedi. Dedim ki: “Damra’nın cenazesini defnetmekten geliyorum.” Onun cenazesini kabre koyduktan sonra, yüzümü kabrin üstüne koyduğumda bir ses duydum. Allah'a yemin olsun ki bu, dünyada duyduğum Damra’nın kendi sesiydi. O kendi kendine hitap ederek şöyle diyordu: “Sana yazıklar olsun ey Damra; bugün her dost ve arkadaş seni yalnız başına bıraktı ve cehenneme revan oldun. Orası senin yerin ve mekânın oldu.”
İmam Seccad (a.s) buyurdu ki: “Allah'ın dergâhından afiyet talep ediyorum ki budur Allah'ın Resulü’nün hadisiyle alay edenin cezası!”[1]
 
[1]- Bihâru’l-Envâr, c. 6, s. 259.

13 Nisan 2015 Pazartesi

Hz. Ali’nin, Ölülerin Zor Anlarında Onlarla Birlikte Olması?

Haris Hemdani, Hz. Ali’nin muhlis dostlarından ve takipçilerinden biriydi ve Hz. Ali’nin yanında yüce bir makama sahipti. Bir gün hastalandığında, Hz.Ali onun halinden haberdar olmak için ziyaretine gitti. Hazret onunla konuştuktan sonra ona dedi ki: “Ey Haris! Sana müjde vermeliyim ki şimdi beni görüp tanıdığın gibi, ölüm anında, Sırat köprüsünden geçtiğin vakit, Kevser havuzunun kenarında ve Mukaseme anında beni görüp tanıyacaksın.” Haris arz etti: “Mukaseme nedir?”
Hz. Ali: “Mukaseme şu ki; ben cehennem ehlini cehenneme, cennet ehlini de cennete doğru taksim edeceğim. Ey ateş, bu benim dostumdur, bunu bırak. Bu ise benim düşmanımdır bunu tut!” derim.
Daha sonra Hz. Ali, Haris’in elini tutup şöyle dedi: “Ey Haris! Benim senin elini tuttuğum gibi, Peygamber de benim elimi tuttu. Kureyş ve münafıkların kıskançlıklarını ona şikayet ettiğim vakit, bana şöyle buyurdu: “Kıyamet günü vuku bulduğunda, ben Allah'ın ismet ipinden ve eteğinden tutacağım. Sen ey Ali, benim eteğimden tutacaksın. Senin dostların da senin eteğinden tutacaklar…” Daha sonra (Hz. Ali) üç defa şöyle buyurdu: “Ey Haris! Sen, sevdiğin kişiyle ve amellerinle birliktesin.”
Haris aşırı sevinçten elbisesini bir araya getiremez ve örtüsünü çekerek şöyle derdi: “Bu sözden sonra (ölümden sonra İmam'la görüşeceği sözü) daha ölümden korkmuyorum. İster o (ölüm) bana doğru gelsin, ister ben ona doğru gideyim.”
Usta ve etkili şair Seyyid Himyerî, Hz. Ali’nin Haris Hemdani’ye söylediği sözü, şu şekilde şiire dökmüştür:
Ey Hemdan’ın Hâr’ı (Haris-i Hemdanî) her kim ölürse beni görür.
İster mümin, ister münafık; benimle yüz yüze gelir.
Onun gözü beni görecek ve ben onu tanıyacağım.
Onu bütün sıfatı, ismi ve ameliyle tanıyacağım,
Sen ey Haris, Sırat köprüsünde beni tanıyacaksın. Öyleyse ayak kayması ve titremeden korkma.
Ben oranın yakıcı sıcaklığından susayınca, sana içireceğim, tatlılığının şiddetinden bal olduğunu zannedeceksin.
Seni hesap makamına sunduklarında durduracaklar; ateşe “onu bırakın ve ona yaklaşmayın” diyen ben olacağım.
Onu bırak ve hiçbir zaman onun yanına gelme.,Çünkü onun eli öyle sağlam bir ipe (bağlıdır ki), o ip Peygamber’in vasisi (Ali)nin velayet ipiyle bitişiktir.[1]
 
[1]- Şeyh Müfid’in Mecalis’inden alıntı, Necef baskısı, c. 2, s. 4; İbn Ebi’l-Hadîd, Şerhu Nehci’l-Belâğa, c. 1, s. 299; Dîvân-ı Himyerî, s. 328; Bihâr, c. 6, s. 179-180.

11 Nisan 2015 Cumartesi

Ehlibeyt Dostlarının Ölüm Anındaki Rahatlıkları?

Ravi şöyle der: “Hz. Ali’nin (a.s) secde halindeyken yüksek sesle ağladığını gördük. O’na arz ettim: “Ey Müminlerin Emiri! Senin kalpleri yakan ağlayışın bizi hasta etti, kalplerimizi yaralayıp yaktı. Seni hiçbir zaman bu şekilde görmemiştik. Neden bu şekilde perişansın?”
Hz. Ali cevaben şöyle buyurdu: “Secde halinde zikir ve duayla meşgulken uykuya daldım ve rüya âleminde beni perişan hale sokacak korkunç bir rüya gördüm. Peygamber ayakta durup, bana şöyle buyurdu: “Yâ Ebe’l-Hasan; senin ayrılığın uzun oldu. Seni görmeyi arzuladım. Allah, senin hakkında bana verdiği ahde vefa etti.”
Bunun üzerine şöyle arz ettim: “Ey Allah'ın Resulü! Allah benim hakkımda hangi ahde vefa etti?”
Buyurdu ki: “Allah Teâlâ, senin, eşin, evlatların ve torunların hakkında size yüceler yücesi (a’lâ-yı ılliyyîn) makamını verme sözünü yerine getirdi.
Arz ettim: “Ey Allah'ın Resulü! Anam babam sana feda olsun! Benim sevenlerim (dostlarım) nerededir?”
Buyurdu ki: “Dostlarımız bizimle birliktedirler. Onların saray ve evleri, bizim saray ve evlerimizin karşısındadır.”
Arz ettim: “Bizim dostlarımız dünyada nasıl bir mükâfata sahiptirler?”
Buyurdu ki: “Emniyet ve afiyet.”
Arz ettim: “Ölüm anında onlara ne erişmektedir?”
Buyurdu ki: “Gerçek dostumuz, ölüm anında seçme hakkına sahiptir. Ölüm meleğine, ona itaat etmesi için emir verilir.”
Arz ettim: “Bu konuyu biraz daha izah eder misin?”
Buyurdu ki: “Bize haddinden fazla alakaları olan samimi dostlarımızın ruhları, ölüm anında çok kolay şekilde alınacaktır. Yaz mevsiminde susayan birisinin gönlü su içtiğinde nasıl ferahlanıyorsa, bizim dostlarımız da ölüm yatağında uykuya dalan birisi gibi güzelce uykuya dalacaktır.”[1]
 
[1]- Bihâru’l-Envâr, c. 6, s. 161-162.

Öğrencinin Kötü Akıbeti?

Fuzayl İbn Iyaz takvalı bir abid idi. Ona, en iyi ve en bilgili öğrencilerinden birinin ölüm yatağına düştüğünü haber verdiler. Fuzayl, alelacele öğrencisinin yatağının yanına geldi. Gördü ki can çekişiyor. Baş ucuna oturarak Yasin Sûresi'ni okumaya başladı. Öğrencisi aniden Fuzayl’a dedi ki: “Üstadım, bu sureyi okuma.” Fuzayl o anda sustu, telkin vererek ondan da tekrarlamasını istedi.
Talebesi: “Ben bunu demiyorum. Bundan da nefret ediyorum.” deyip o hal üzere dünyadan göçtü.
Fuzayl onun bu durumundan kederlenerek rahatsız oldu. “Neden bu çalışkan ve seçkin öğrencimin akıbeti böyle oldu?” diye kendi kendine söylenip durdu. Evine gidip bir müddet dışarı çıkmadı. Rüya âleminde öğrencisinin, cehenneme doğru götürüldüğünü gördü. Ona: “Sen benim en seçkin öğrencilerimden biriydin, neden Allah senden bu marifeti aldı da kötü akıbetli olup bu duruma düştün?” O cevap olarak şöyle dedi: “Üç kötü huydan dolayı bu hale düştüm:
Birincisi: Söz getirip götürür (nemmam) idim.
İkincisi: Halka karşı hasetlik ediyordum.
Üçüncüsü: Bir doktorun yanına gidip hastalığımı arz ettiğimde şöyle dedi: “Her yıl bir kadeh şarap iç.” Ben onun tavsiyesine göre amel ederek (şer'an caiz olmamasına rağmen) içtim. Bundan dolayı böyle kötü bir akıbete duçar oldum.”[1]
 
[1]Muhaddis Kummî, Menâzilu’l-Âhire (Ahiret Menzilleri), s. 15.

9 Nisan 2015 Perşembe

Ölüm Anında Saçma Sapan Konuşmak?

Birisi dünyada hayatını sadece alış veriş ve ticarete adamıştı. Yaptığı ticaretlerden biri de odun alıp satmaktı. O esnada devamlı şu sözü tekrarlardı: “Bir deste odun bir para.”
Ölüm anı geldiğinde, yanındakiler ona "La ilahe illallah"ı telkin etmelerine rağmen o: “Bir deste odun bir para” demekteydi. O, bu dünyada devamlı Allah'ı zikredeceğine, bu sözü tekrarlayıp durdu. Çünkü ruhu bu söze alışkın hale gelmişti.

8 Nisan 2015 Çarşamba

Bir Peygamberin İki Farklı Ölüyle Mülakatı?

İmam Muhammed Bâkır (a.s) şöyle buyurdu: “Benî İsrail peygamberlerinden biri, bir yerden geçerken mümin birisini can çekişirken gördü. Bedeninin yarısı, yıkılmış duvarın altında kalmış, diğer yarısı ise dışarıda kalmıştı. Kuşlar ve yırtıcı hayvanlar bedenini parçalayıp dağıtmaktaydılar. Peygamber oradan geçip gittikten sonra, yol ağzında o şehrin zalim emirlerinden birinin öldüğünü gördü. Cenazesi, bir tahtın üzerine bırakılmış, tahtın çevresine ise güzel koku veren mangallar konmuştu.
Peygamber Allah’a yönelerek şöyle arz etti: “Allah’ım! Ben şehadet ederim ki Sen, Hakim ve Adil’sin. Hiç kimseye haksızlıkta bulunmazsın. Bu birinci ölen, bir göz açıp kapatacak kadar bile Sana şirk koşmamasına rağmen, onun ölümünü o şekilde karar kıldın. Bu emir de bir göz açıp kapatacak kadar bile Sana iman etmemesine rağmen bu şekilde kıldın, o nedir, bu nedir?” (İman edenle etmeyenin durumu hakkında şaşkınlığa düştüğünü ortaya koyuyor.)
Allah ona şöyle vahyetti: “Ey benim kulum! Dediğin gibi Ben, Hakim ve Adil’im. Kimseye de haksızlık etmem. O birinci ölünün, bana karşı işlediği bir günahı vardı. Onun günahının karşılığı bu şekilde ödensin diye, ölümünü o şekilde kıldım ki, hiçbir günahı kalmasın. Ama bu (emirin de) bana karşı yaptığı iyi bir ameli vardı. Onun da ölümünü o şekilde kıldım ki, işlediği amelin karşılığı verilmiş olsun da ölüm anında benden hiçbir talepte bulunmasın.”[1]
 
[1]- Usûl-i Kâfî, c. 2, s. 446 (Günahın cezasının acele verilmesi babı, Hadis: 11).